27 Kasım 2010 Cumartesi

Son dönem beklentileri


Yaklaşık 10 bin şube, 200 bin çalışan ve 950 milyar TL’lik aktif büyüklüğe sahip Türk Bankacılık Sistemi yılın ilk 9 ayında yaklaşık 17 milyar TL net kâr elde etti. Bu rakam geçen yılın aynı dönemine göre %7 artış gösterse de aslında sektörde faaliyet gösteren 49 bankadan yarısından çoğunun kârları geçen yıla göre azalış gösterdi. Bankacılık sektörü dünyada çalkantılı bir dönemden geçmesine rağmen ülkemizdeki bankalar hız kesmeden kârlılıklarını arttırmaktalar. Sadece 4 bankanın yalnızca 9 ayda elde ettiği net kâr, Türkiye Cumhuriyeti’nin IMF’ye kalan borcundan daha fazla. Bu kârın %54’ü özel bankaların, %30’u kamu bankalarının, %9’u yabancı bankaların, %4’ü Kalkınma ve yatırım bankalarının, kalan %3’ü ise Katılım bankalarının. ING, Şekerbank, Fortis, TEB gibi küçük bankalar kârlılıklarını arttırmakta zorlanırlarken Garanti, Yapı Kredi, İş bankası, Akbank gibi büyük bankalar çok yüksek kârlılıklarla yola devam etmekteler. Bu tabloya göre banka evlilikleri sürpriz olmayacak. Otorite de diğer taraftan sektördeki tekelleşmeden rahatsızlık duyduğunu her fırsatta dile getirmeye başladı. 49 bankadan müteşekkil bankacılık sisteminin net kârının %80’inden fazlası sadece 3 kamu bankası ve 4 büyüklere ait. (Garanti, İş, Yapı Kredi, Akbank)
Bankacılık sektörünün otoritesi Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun, bankaların üst düzey yöneticileriyle yaptığı periyodik anketin en sonuncusuna göre önümüzdeki döneme dair beklentiler TÜFE’nin son çeyrekte aynı seviyelerde tutunacağı yönünde. Amerikan Doları’nın mevcut duruma göre yılı belirgin bir artış-azalış yaşamadan aynı seviyelerde tamamlayacağı bekleniyor. Reel sektörün finansman ihtiyacının artacağına dair çok kuvvetli bir beklenti hâkim. Konut kredisi oranlarının daha da düşeceğine dair beklenti yok denecek seviyede iken çoğunluk bu seviyelerde bir süre daha kalacağı yönünde hemfikir. Görüş bildiren üst düzey yöneticilerden %22’si ise konut kredisi oranlarının yılsonuna doğru artacağını öngörüyor. Bankacılıkta kârlılığın hangi yönde olacağı sorusuna verilen cevaplarda “kârlılık azalacak” diyenler çoğunlukta. Bankaların mevduata verdikleri faizle kredilerden aldıkları faiz arasındaki marjın daralması kârlılıkları direkt olarak etkileyen unsurların başında geliyor. Bu durum karşısında önümüzdeki dönem bankaların komisyonlardan ve hizmet gelirlerinden kârlılığı arttırma eğilimine girmeleri kaçınılmaz.
Bankaların üst düzey yöneticilerine “önümüzdeki dönem bankaların kârlılığını aşağıdakilerden en çok hangisi etkileyecek” sorusu yöneltildiğinde sıralamalarının en sonunda “sektördeki rekabet seviyesi” yer alıyor. Bu durum Türk Bankacılık Sektörü’ndeki kangren haline gelmek üzere olan sorunun en net teşhisi aslında. Yöneticilerin kârlılıklarda en son düşündüğü şey, hatta hiç düşünmedikleri ve endişe etmedikleri şey sektördeki rekabet durumu. Sektörün geneline hakim az sayıdaki büyük banka gittikçe pazara daha çok hakim olacak ve sektör 3-4 özel büyük banka etrafında kümelenecek gibi görünüyor.
Önümüzdeki dönemle ilgili söylenebilecek en net şey bankaların kârlılıklarının daralacağıdır. Bankalar düşen kârlılıkları telafi edebilmek için daha çok hacim yapmak zorunda kalacaklar, daha fazla kredi kullandırmaya çalışacaklar, daha fazla kredi kartı satmaya çalışacaklar ve her şeyden önemlisi faiz dışı gelirlerini, bankacılık hizmet ücretlerini arttıracaklardır. Önümüzdeki yıl daha pahalı hizmet alınan, açık veya gizli daha yüksek komisyonların konuşulduğu bir bankacılık sektörü göreceğiz.

18 Kasım 2010 Perşembe

Kim derdi ki bu millet tefecilere rahmet okuyacak…



Elbette tefecilere rahmet okunmaz, lakin teşbihte hata olmaz. Bankalar, özellikle kredi kartından yahut kredili mevduat hesabından dara düşüp nakit çeken insanlara öylesine öldürücü faiz uyguluyor ki biçare insanlar bu borçlarını ödeyebilmek için tefecilere başvuruyorlar. Türkiye’de bankacılık sisteminin geldiği nokta maalesef bu, tefecilere rahmet okutan bir sistem.

Bu öyle bir sistem ki, 2010 yılı Eylül sonu net karlarına baktığımızda piyasa yapıcısı dört büyük bankanın (İş Bankası, Garanti, Akbank ve Yapı Kredi) net karlarının 8 milyar 750 milyon TL olduğu görülüyor. Sektördeki yalnızca dört adet bankanın sadece 9 aylık net karı, Türkiye Cumhuriyeti’nin IMF’ye kalan toplam borcu kadar!

Ülkemizde yıllık enflasyon %8. Reel bir getiri elde edebilmek için enflasyon oranının üzerinde bir getiri elde etmek elzem. Bu reel getirinin kesin bir sınırı olmamakla birlikte makul bir sınırı vardır ve olmalıdır da zaten. Makul reel getiri oranı bu enflasyon seviyesinde %10 kabul edilse, artı yıllık %8 enflasyon ve 1-2 puanlık yuvarlama ile kabaca yıllık maksimum %20’lik bir faiz seviyesi bu bankaları doyurmalı.

Bizim insanımız ariftir. Reel getiri, bileşik faiz vs gibi ince hesap kitap işlerinde usta olmasa dahi bu ortamda bankaların nasıl öldürücü oranlarla, sözleşmelerle hayat karartabileceğini bilir. Bankalarla çalışmanın ne demek olduğunu çok iyi bilir. Bilir bilmesine de hayat şartları, şu veya bu nedenle insanlarımız bu bankaların kucağına düşebiliyor. Her biri avukatlar ordusu ile çalışan ve artık önemli bir kısmı yabancıların eline geçmiş bulunan bankalar, dara düşüp nakit ihtiyacını istemeyerek de olsa kredili mevduat hesabından yahut kredi kartından temin yoluna giderek büyük yanlış yapmış insanları affetmiyorlar. Nasıl affetmiyorlar, yıllık %8 enflasyon oranının olduğu günümüzde kredili mevduat hesabına, inanmak güç ama, %80 yıllık faiz uygulayarak affetmiyorlar. Kredi kartından nakit çekime yıllık %35-40 faiz bindirerek affetmiyorlar.

Bu çarpık sisteme müdahale edilmemesi tefeci piyasasını canlandırdı. İnsanlar şu veya bu nedenle bankalara olan kredi kartı ve kredili mevduat hesabı borçlarını tefecilerden aldıkları borçlarla kapatıyorlar. En yaygını, tefeciler çeşitli isimlerle kurdukları göstermelik şirketlerine aldıkları POS’lar ile kendilerine başvuranların borçlarını yapılandırıyorlar. “Bankaya olan borcuna banka yıllık %40 faiz uyguluyor, ben sana %20 yıllık faizle para vereyim, bankaya borcunu kapatalım, seni bankadan kurtarayım” Maalesef bankalardan kurtulmak için, banka borçlarının kapatılabilmesi için tefecilere başvurular inanılmaz derecede yoğun. Bankaların bu fahiş oranlarla insanları kıskaca almasına müdahale etmeyen devlet, borçluların bu bankalardan kurtuluş olarak gördüğü tefecilerin peşinde. Tefecilik de tabi ki asla ve asla kabul edilemeyecek bir oluşum ama sivrisineklerle beyhude mücadeleyi bırakıp bataklığı kurutmak için kim ne zaman faaliyete geçecek acaba… “Kim derdi ki bankalar tefecilere rahmet okutacak” derken bunu kastediyorduk, tefecilerin bile yıllık %20 faizle çalıştığı ortamda yıllık %80 faizle çalışan bankalar..

Rahmet okutmak demişken, bu sözün çıkışına sebep olarak anlatılan olay ile yazımızı tebessümle sonlandıralım. Evvel zamanda şehrin birinde bir mezar soyguncusu varmış. Cenaze gömüldükten bir gün sonra mezara bir gidilirmiş ki, mezar soyulmuş, cenazenin kefeni, kabrin tahtaları vs… Ahali bu mezar soyguncusunun kim olduğunu bilirmiş bilmesine de bir türlü suç üstü yakalayamazmışlar. Gel zaman git zaman bu böyle sürüp giderken mezar soyguncusu ölüm döşeğine düşmüş ve oğlunu çağırarak “ben bu güne kadar sizin rızkınızı mezar soyarak çıkardım. Şimdi ölüp gidiyorum. Arkamdan herkes bayram yapacak. Bir kişi bile 'Allah rahmet eylesin' demeyecek. 'öldü de kurtulduk' diyecekler” diye itirafta bulunmuş, üzüntüsünü dile getirmiş. Bu olay oğlanın çok gücüne gitmiş. Babasına “sana söz veriyorum baba, herkes arkandan rahmet okuyacak” demiş. Mezar soyguncusu ölmüş, ahali hakikaten bayram etmiş. Birkaç gün sonra gene bir cenaze, ama herkesin içi rahat. Cenaze gömülmüş. Bir gün sonra mezarlığa gidildiğinde o da ne, mezar gene soyulmuş ve eskisinden farklı olarak cenazenin göğsüne kocaman bir haç çakılmış. İnsanlar artık bunu sürekli görünce “Allah gani gani rahmet eylesin, merhum filanca efendi de mezar soyardı ama hiç olmazsa böyle haç çakmazdı” demeye başlamışlar. Oğlan hakikaten de babasına bol bol rahmet okutmuş arkasından…

Sevdiklerinizle birlikte nice güzel bayramlara. Hayırlı bayramlar.

15 Kasım 2010 Pazartesi

“Sosyal Devlet” bankalara ne zaman dur diyecek?



Anayasamızda devletimizin ve yönetim şeklimizin tarifi yapılırken “sosyal devlet” tabiri vurgulanır. Sosyal devlet tabirinden “sosyal adaleti sağlamak için devletin sosyal ve ekonomik hayata aktif müdahalesi” anlaşılmaktadır. Devlet belki her zaman ifade edilen amacı sağlamak maksadıyla olmasa da gereğinden fazla sosyal hayata müdahale ederken güçsüz vatandaşını güçlü ekonomik kurumların sömürüsünden korumak amacıyla acaba ne zaman ekonomik hayata müdahale edecek? Evet, güçsüz vatandaşın güçlü bankalar karşısındaki durumundan bahsediyoruz.

Eskiden bankaların faaliyetleri şu çarktan ibaretti: vatandaştan mevduat topla, bu parayla devlet tahvili ve hazine bonosu al, bu kâğıtlardan kazandığın faizin bir kısmını da mevduat yatıran müşterilerle paylaş. Ekonomik şartların değişmesiyle sadece devlet tahvili ve hazine bonosu faizinin bankaları doyurmaya yetmeyeceği anlaşıldığında bankalar bireysel bankacılığı ve akabinde aktif pazarlamayı “keşfettiler”. Gerekli düzenlemelerin yapılmamış olmasından istifade eden bankalar, 1000 liralık geliri olan kişilere 5000 lira limitli kredi kartları sattılar, aynı kişilere 5000 lira limitli kredili mevduat hesapları (KMH) açtılar ve bilinçsizce bunları kullanan büyük bir kitle yakaladılar. Felaket adım adım ve “geliyorum” diye bağırarak bizi sarmaladı. Milyonlarca insan milyarlarca TL borç altına girdi, bunları ödeyebilmek için evinden arabasından oldu. Sosyal devletin gereği olarak düzenleyici kurumların bu duruma göz yummaması gerekiyordu ama meydan bankalara bırakıldı, karşılıksız para alıyormuşçasına sıcak paraya karşı koyamayan insanlarımız, evet kendileri düştüler ama sadece kendileri ağlamadılar bu süreçte.

Günümüzde oyunun şekli biraz değişse de özü hiç değişmedi aslında. Zor durumda ama az çok geliri de olan insanlar sürekli bankaların amansız takibinde. Aslında çoğu kişi bankaların insafsızlığının ve bankalarla çalışmanın ne demek olduğunun farkında olsa da, maddi açıdan zor durumda olmaları yüzünden tüm prensiplerini bir kenara bırakarak istemeyerek bankaların müşterisi olmakta... Bu durum karşısında, sosyal devlet olmanın gereği vatandaşını bankaların insafsız şartları karşısında korumak değil midir? Yıllık enflasyonun %8 olduğu bir ülkede bir bankanın KMH faizinin yıllık %80 olmasına nasıl müsaade edilebilir? Bankalar hala nasıl televizyonlarda gazetelerde aslında yıllık faizi %18 olan bir krediyi “aylık %0,45 faizli” diye pazarlayabilir? “Sattığı” kredi kartı için bir banka nasıl olur da 30-40 lira her yıl ücret alabilir ve dahası, nasıl olur da bir bankanın müşterisinden kart “kullanmama” bedeli almasına göz yumulabilir? Yıllık 50 Dolar’ın üzerinde hesap işletim ücreti dünyanın hangi ülkesinde uygulanabilir? Maalesef ülkemizde bunların hepsini yaşamaktayız. Banka ve bankalardan sorumlu resmi kurum yöneticilerinin, “banka” ve “bankacı” kelimelerinin insanlarda neden nefret uyandırdığını anlamakta zorlanıyor görüntüsü vermeleri oyununu daha ne kadar seyredeceğiz?

O bankalara gitmeyin, şu bankaları tercih etmeyin demekle geçiştirilemeyecek ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Devlet, sosyal devlet olmanın gereğini yapıp bu duruma müdahale etmelidir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bu koşullarda çalışan bankalar yok, bizde de olmamalıdır.

Tüm koşulların bankaların lehine olduğu, vatandaşın bankaların karşısında korunmasız kaldığı bu insafsız piyasada yabancılar milyar dolarlar verip Türk bankalarından hisse almayacak da hangi ülkenin bankalarından hisse alacak? Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’ndan izin alıp bir an evvel Türkiye’de bankacılık faaliyetlerine başlamak için ellerini ovuşturan yeni taliplerden ve mevcutlardan bu vatandaşı kim ne zaman koruyacak?..

3 Kasım 2010 Çarşamba

İllerimizin bankacılık sektöründeki sicili

Mevduat bankalarıyla yahut katılım bankalarıyla her hangi bir iş ilişkisine girmiş tüm kişilerin ekonomik sicilleri belli bir merkezde toplanıp bu bilgiler tüm bankaların kullanımına sunulmakta. Her hangi bir bankadan alınan kredi kartı, kredi, çek defteri vs hangi ürün olursa olsun müşterinin bu ürünleri ne kadar “düzgün” kullanıp kullanmadığını tüm bankalar sistemlerinden görebilmekteler ve buna göre müşterilerini sınıflandırmaktalar.

Buna benzer şekilde, bankaların üst mercii olan kurum da (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, BDDK) ülke çapındaki tüm bu verileri derleyerek her 3 ayda bir yayınlamaktadır. Bankalar, sistemlerinden şahıs bazında yahut firma bazında müşterilerinin performansını takip ederken BDDK’nın sunduğu bu veriler de sektörler ve illerin ekonomik performansı hakkında genel bilgiler verirler.

BDDK’nın, kısa ismi Fintürk olan, Finansal Türkiye Haritası 2010 ilk yarı verilerinden derlediğimiz verilerle illerimizin bankacılık alanındaki genel performanslarına göz atacağız. Bunu yaparken bankaların sadece yurt içi şubeleriyle yapılan işlemleri dikkate alacağız ve İstanbul, Ankara, İzmir’i çalışmamızın dışında tutacağız. Sonuçları yorumlamadan, sadece sayısal verilere dayanan mevcut durumu paylaşacağız.

Bu bankacılık verilerine göre, kişilere yahut firmalara, bankaların kullandırdığı nakdi kredilerde geri ödemelerin en sorunlu olduğu iller bankalara 3 milyar 350 milyon TL kredi borcu olan Iğdır, Düzce ve Zonguldak. Nakdi kredilerin bankalara geri ödemesinde en az sorunlu iller ise bankalara 900 milyon TL’nin üzerinde nakdi kredi borcu olan Tunceli, Bingöl ve Karaman.

Taşıt kredilerine baktığımızda ise bankaların tahsilâtta en zorlandığı illerin, bankalara toplam 30 milyon TL’nin üzerinde taşıt kredisi borcu olan Kırıkkale, Sivas ve Artvin olduğu görülüyor. Taşıt kredilerinde en sorunsuz illerin ise bankalara yaklaşık 7 milyon TL taşıt kredisi borcu olan Bitlis, Karaman ve Muş olduğunu görüyoruz. BDDK verilerinde sıfır araç-ikinci el araç ayrımı olmasa da sorunlu taşıt kredilerinin daha çok ikinci el binek araçlarda olduğu sektörde bilinen bir gerçek.

Bankalar konut kredilerinin tahsilâtlarında daha rahatlar. Müşteriler, borca söz konusu olan şey içinde yaşadıkları ev olunca kredilerini geri ödemekte daha gayretliler. Taşıt ve diğer tüketici kredilerine oranla konut kredilerinin geri ödemesindeki gecikmeler, yasal takipler çok daha az. Konut kredilerinin geri ödemesinde en zorlanan iller, bankalara toplam 102 milyon TL konut kredisi borcu olan Hakkâri, Ardahan ve Düzce. Konut kredisinde bankaların verdikleri krediyi geri almakta en az zorlandığı, en az sıkıntı yaşadığı iller ise Karaman, Kırşehir ve Tunceli. Bu üç ilimizin bankalara toplamda 200 milyon TL konut kredisi borcu var.

Taşıt ve konut haricinde, müşterilerin kullandığı diğer tüm tüketici kredilerinin tahsilâtlarında ise bankaların en çok zorlandığı iller, bankalara toplamda 3 milyar 150 milyon TL diğer tüketici kredisi borcu bulunan Gaziantep, Antalya ve Aydın illerimiz. Bu kalemde yaklaşık 250 milyon TL bankalara borcu bulunan ve bankaların tahsilâtta en az zorlandığı illerimiz ise Tunceli, Muş ve Bitlis.

Bankalardan kişi başı en çok nakdi kredi kullanan illerimiz ise Antalya, Kocaeli ve Muğla. Bu üç ilimizin bankalara kredi borcu toplamda 26 milyar TL’ye yakın. Bu rakam şahısların ve firmaların (gerçek ve tüzel kişilerin) kullandığı nakdi kredileri gösteriyor. Bankalardan kişi başına en az nakdi kredi kullanılan iller ise, bankalara toplamda 600 milyon TL kredi borcu olan Muş, Hakkâri ve Şırnak illerimiz.

Mevduatta ise bankalarda kişi başı en çok mevduata sahip illerimiz Muğla, Antalya ve Uşak. Bu mevduat sadece şahıslara ait olan, firmaların mevduatının dâhil edilmediği tutardır (Tasarruf mevduatı). Sadece bu üç ilimizin bankalarda tuttuğu tasarruf mevduatının toplamı 16 milyar 500 milyon TL’dir ki bu tutar İstanbul, Ankara, İzmir hariç tüm Türkiye’nin tasarruf mevduatının yaklaşık %13’üne tekabül etmektedir. Bankalarda kişi başına en az mevduata sahip illerimiz ise Muş, Ağrı ve Bitlis. Bu üç ilimizin bankalardaki toplam tasarruf mevduatı sadece 415 milyon TL.

Bu verilere dayanarak ekonomik ve kültürel birçok genelleme yapmak, çeşitli varsayımlar üretmek mümkünse de biz konunun o tarafına girmeyip sadece derlenmiş bu verileri sunmakla yetineceğiz.