25 Ağustos 2010 Çarşamba

Yoksa siz hâlâ Hesap İşletim Ücreti mi ödüyorsunuz?



Yahut bu ücreti ödememek için bankaların dayattığı, o bankanın diğer bazı ürünlerini satın almak zorunda mı bırakılıyorsunuz, kredi kartı gibi? Veya aslında kullanmak istemeyeceğiniz, ancak banka için gelir getirici diğer bazı hizmetlerini kullanmak zorunda bırakılmayı sineye mi çekiyorsunuz, “senden hesap işletim ücreti almayabiliriz ama en azından şu kadar otomatik fatura ödeme talimatı vereceksin” gibi? İyi de neden buna katlanmak zorunda olasınız ki? Okumaya devam edin…

Bankalar, özellikle büyük bankalar, bu yılın ilk yarısında da çılgın kârlar açıkladılar. Sektördeki yüksek kârlılık finansal piyasaların en önemli oyuncuları olan bankalar için olumlu, buna kimsenin bir itirazı yok ama bu gelirlerin kaynağına yöneltilen bazı haklı itirazlara da kulak vermek gerekiyor.

Eskiden, topladığı mevduatın önemli bir kısmını direkt devlet tahvili ve hazine bonosuna yatırarak “kâğıtçılıkla geçinen” bankalar, bu alandaki kârların erimesiyle yeni alanlara yelken açtılar; bireysel bankacılık önem kazandı ve bireysel sektörde trend hala da yukarı yönlü. Kâğıtçılığın (devlet tahvili, hazine bonosu vb gibi enstrümanlara yatırımın) taş atmadan, yorulmadan ve riske girmeden kolay getirisine alışan bankalar bu alışkanlıklarını bankacılık hizmeti verdiği müşterilerinden de sağlama eğilimindeler. Bunun en çarpıcı örneği hesap açtıran kişilerden alınan hesap işletim ücretleri. Bankayla tek ilişkisi kredi olan, sadece taksitlerini ödeyen bir kredi müşterisinin hesabından dahi hesap işletim ücreti alacak kadar zıvanadan çıkan bankalar var maalesef!

Peki neye dayanarak bunu yapabiliyorlar? Bakanlar Kurulu, bankaların müşterilerden alabilecekleri ücret ve komisyonları düzenleme yetkisini 2006 yılında Merkez Bankası’na devretti ve Merkez Bankası da hemen aynı yıl bir tebliğ yayınlayarak özetle “bankalar müşterilerden alacakları ücret ve komisyonların niteliklerini ve sınırlarını serbestçe belirleyebilirler” hükmünü ilan etti. “Kimden ne ad altında olursa olsun, ne ücret alabiliyorsanız almakta serbestsiniz, karışmıyorum” şeklinde de özetlenebilir bu karar. Bankalar bu ücretin alınmasını Merkez Bankası’nın bu tebliğine dayandırıyorlar.

Verilen bankacılık hizmetlerindeki “operasyonel maliyetler için” alındığı iddia edilen bu ücret nereden bakılırsa bakılsın, zorlamayla yasal bir temele oturtulsa dahi, etik değildir. Bu ücreti hiç almayan bankalar olduğu gibi alınan ücretler arasında da %300’ü aşan farklar da bu ücretin belli bir maliyeti karşılamaya yönelik, rasyonel hesaplamalara dayandırılarak ilan edilmiş bir ücret olmadığını kanıtlıyor. Zaten uygulamada hesap işletim ücreti, buna itiraz ederek hakkını arayan müşterilerden alınamıyor, alınan ücretler iade edilmek zorunda kalınıyor, nasıl mı? Tüketici Sorunları Hakem Heyeti Başkanlığı vasıtasıyla.

İllerde Sanayi ve Ticaret müdürlüklerinde, ilçelerde ise kaymakamlıklarda bulunan hakem heyetlerine başvurarak 10 dakikada ücretsiz bir şekilde yapılacak başvuru neticesinde, heyet, bu ücretin rasyonel hesaplamalar neticesinde hesaplanmış, belirli bir maliyet karşılığı alınan insaflı ücret olmadığını tescil ederek ücretin iadesi yönünde karar veriyor. Evet, heyetin kararları mahkeme kararı hükmünde olduğundan, bankaların itiraz hakları saklı kalmak kaydıyla, kesinlikle bağlayıcı oluyor. Ancak çoğu kişi heyetlere başvuruyu ihmal ettiğinden bankalar hesap işletim ücretlerini alabildikleri müşterilerden almaya devam ediyorlar.

Zaten etik olmayan bir ücret, etik olmayan bir şekilde, buna itiraz etmeyen, hakkını aramayan kimden alınabiliyorsa onlardan alınmaya devam ediliyor. Bu da güven müessesi olması gereken bankaların itibarını hayli zedeliyor ve haklı olarak toplumda bankalara karşı güvensizlik oluşturuyor. Düzenleyici kurumların harekete geçmesini beklemek bir yana, müşteri olarak bilinçlenmedikçe bankalar bu ve buna benzer etik olmayan ücretleri almaktan vazgeçecek gibi de görünmüyorlar.

BANKA --- YILLIK HESAP İŞLETİM ÜCRETİ

KUVEYT TÜRK HESAP İŞLETİM ÜCRETİ ALMIYOR
ALBARAKA 20
BANK ASYA 20
TÜRKİYE FİNANS 30
ZİRAAT BANKASI 40
HALK BANKASI 44
DENİZBANK 48
ŞEKERBANK 48
VAKIFBANK 50
FİNANSBANK 54
ING 54
FORTIS 54
TEB 60
İŞ BANKASI 60
AKBANK 65
HSBC 66
GARANTİ 68
YAPI KREDİ 72

19 Ağustos 2010 Perşembe

"Altın"ı tanıyalım, yastık altında tutmayalım



Yastık altı, bireylerin kıymetli varlıklarını finansal sistemin dışında, evde, işyerinde, kasada, sandıkta vs muhafaza etmelerini izah eden bir tabirdir. Bu muhafaza şekli bilhassa ülkemizde oldukça yaygındır ve hırsızlık, kaybolma, deprem, yangın, sel gibi olasılıklar yüzünden oldukça riskli, ülke kaynaklarının ciddi bir bölümünün atıl kalmasına sebebiyet vermesi yüzünden de artık terk edilmesi gereken bir muhafaza şeklidir. Kıymetli varlıkların en başında gelen altın üzerinden konuşacak olursak, altının yastık altında muhafazasına alternatif nedir sorusuna cevap vermeden evvel bu kıymetli madenin kısaca özgeçmişine bakmakta ve altını tanımakta fayda var.

Altın, yeryüzünde sınırlı miktarda bulunması, kolay işlenebilmesi ve göz alıcı bir maden olması hasebiyle eski çağlardan beri insanların ilgi gösterdiği bir maden olmuş ve kıymetli madenler kategorisindeki yerini almıştır. Mısır’daki yazıtlarda M.Ö. 2600’lü yıllarda hayranlıkla tasvir edilmiş, M.Ö. 1320 yılındaki bir haritada, bulunması muhtemel yerler işaretlenmiştir. Ekonomik bir değer açısından ise ilk kez Lidya’lılar tarafından M.Ö.560-547 yılları arasında kullanılmaya başlanmıştır. O yıllarda başlayan altının piyasalardaki itibarı, devletlerin rezervlerinde yer almasından tutun da bireylerin yatırımlarında önemli bir faktör olmasına kadar, artarak devam etmektedir. Yüz yılı aşkın bir süredir devletler merkez bankaları vasıtasıyla piyasalardan altın toplamakta ve kasalarında tutmaktadırlar. Dünyada en çok altın rezervi bulunduran ülke 8133 ton ile Amerika Birleşik Devletleri’dir. Türkiye ise 1995’ten bugüne kadar sabit 116 ton rezervle dünyada en çok altını olan 29. ülkedir.

Piyasada satılan altınlar yüzde yüz saf değil, belirli oranlarda başka madenler katıştırılarak üretilmiş altınlardır. Altına belli oranlarda gümüş katıştırılarak sarı altın elde edilir ve bu karışımdaki altın yoğunluğu çoğu ülkede “karat” bizde ise genellikle “ayar” olarak ifade edilir. 24 ayar altın %100 saf altındır, çok yumuşak olduğu için işlenmeye müsait değildir ve piyasada satılmaz. Piyasada kuyumcularda satılan 22 ayardaki bir altında %91,67 oranında has altın vardır, 18 ayardaki has altın oranı %75 ve 14 ayardaki has altın oranı ise sadece %58,3’tür.

Piyasada satılan altınların fiyatlarında işçilik maliyetleri de vardır. Bu yüzden alım satımlardaki fiyat farkları müşteri aleyhine artabilmektedir. Altına yatırımın en güvenilir yolu, yastık altında muhafazaya göre birçok avantajları bulunan alternatif, bir bankadan altın hesabı açtırmaktır, ancak dikkat, altın hesaplardan hesap işletim ücreti almadığını söyleyen bazı bankalar, altın hesabı kullanabilmek için açılacak vadesiz hesaptan ise hesap işletim ücreti almaktalar. Bu tuzağa düşmeden, altın hesap yahut vadesiz hesap, ne ad altında olursa olsun her hangi bir hesaptan hiç bir masraf komisyon vs almayacağını kesinlikle taahhüt eden bir bankayı seçmemiz gerekiyor menfaatimiz icabı...

Banka aracılığı ile, Dolar-Euro alıp satar gibi, miligram bazında bile alım satım yapabilecek, düşük meblağlarda dahi, 20 liralık, 50 liralık… altın alarak tasarruf etme imkânımız olacak ve bu işlemler için her hangi bir komisyon, muhafaza ücreti vs de ödemeyeceğiz. Devletin bankalardaki mevduata verdiği güvence altın hesaplarda da aynen geçerli ve altının değer artışlarından kaynaklanan kazancımız da her hangi bir vergiye tabi değil. Bunların yanı sıra altın fiyatlarındaki artış veya azalışlarda yahut dilediğimiz her hangi bir zaman alım satım yapabilme avantajı, ücretsiz ve güvenli muhafaza kolaylığı, işçilik ücreti giydirilmemiş saf altın fiyatlarından dar marjlarda alım satım imkânı, istenildiğinde fiziki teslim avantajlarıyla yastık altındaki altınlarımızı ve özellikle faizden kaçınmak için bankaların vadesiz hesaplarında atıl bekletilen birikimleri masrafsız bir şekilde güvenle altın hesaplara aktarmak en akılcı yöntemdir.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Çalışacağınız bankayı iyi seçin, üzülmeyin!



Şubat 2001 krizinde kelimenin tam anlamıyla üzerlerinden silindir geçen bankalar, düzenleyici ve denetleyici kurumun sıkı çalışmasıyla standartlarını gelişmiş ülke bankalarının dahi üzerine çıkardılar. Bu krizi atlatarak ayakta kalan ve faaliyetlerine devam eden bankalar 2010 yılının ilk yarısına ait net kârlılıklarını geçtiğimiz günlerde açıkladılar. Özel sermayeli dört büyük bankadan birisi, yılın ilk 6 ayında 2 milyar TL’ye yakın net kâr açıkladı. Bu rakam, çalışan personel sayısına orantılandığında bankanın personel başına 6 ayda yaklaşık 112 bin TL net kâr elde ettiği sonucu ortaya çıkıyor. Personel başına düşen kârdan giderek bir genelleme yaptığımızda; etkin bir şekilde yönetilen, fevkalâde kârlı bir sektörde faaliyet gösteren ve 30 çalışan personeli olduğunu varsaydığımız hangi işletme Türkiye’de 6 ayda 3,5 milyon TL net kâr elde edebilir?
Reel sektör tarafından, güneşli havada müşterilerine şemsiye verip yağmur başladığında verdiği o şemsiyeyi geri almakla itham edilen bankaların bu yüksek kârlılıkları dikkat çekici. Çok haksız ve sert bir eleştiri değil bu, güneşli havada verdiği şemsiyeyi yağmuru bile beklemeden, hava karardığında geri alan bankaların örneklerini ülkemizde maalesef yakın zamanda gördük. 2008’in ikinci yarısında Amerika’da mortgage (konut kredileri) krizi ile patlak veren ve akabinde tüm dünyaya sıçrayan son yaşadığımız bankacılık krizinde, ticari kredi verdiği firmaya 3 gün sonra dönüp “aldığın krediyi hemen kapatacaksın, tüm borcunu hemen ödeyeceksin” diyen ve çalıştığı firmayı epey zor durumda bırakan bankalar maalesef görüldü. Kayseri’nin göz bebeklerinden 75 yıllık tekstil imalatçısı ve ihracatçısı Karartaş Grubu’nun kredilerini 6 ay erken çağırarak fabrikalarda üretimin durmasına, binlerce insanın işsiz kalmasına ve grubun bir şirketinin haraç mezat icradan satılığa çıkarılmasına neden olan iki özel banka örneği unutulacak gibi değil. (bankalar, bireylerin kullandığı konut, taşıt gibi tüketici kredilerini ise erken ödemeye zorlayamazlar, kanunen, tüketici kredilerinin taksitleri erken ödenebilmekle birlikte, taksitin vadesi ne zaman ise o zaman ödenir)
Dünya ekonomisi en büyük finansal ekonomik buhranlarından birini henüz atlatamamışken, gelişmiş ülkelerin batmaz denilen bankalarının dahi tel tel döküldüğü bir zamanda bizim bankalarımızın bu yüksek kârlılıklarının sırrı ne? Bu sorunun temelde iki cevabı var: ilki, 2001 krizinden itibaren bankaları denetleyen kurumun (BDDK) oldukça etkin bir düzenleme ve denetleme yaparak sektöre çeki düzen vermesi, ikincisi, banka müşterilerinin, kurumsal müşterilerin dahi, maalesef henüz yeterli bilince ulaşamamış olması! Bu ikinci etken üzerine biraz konuşmakta ve konuyu örneklendirmekte fayda var.
Bankaların sürekli daha da yüksek kâr elde etme hırsı, o bankanın, müşterilerinden gayrı ahlaki, etik olmayan yollardan kazanç elde edebilmek için fırsat kollamasına neden oluyor. Bu konuda denetleyici kurumdan ziyade biz müşterilere görev düşüyor aslında; bu tarz çalışmaya yatkın bankaları diğerlerinden ayıklamak ve bu bankalarla çalışmamak yapabileceğimiz, yapmamız gereken en temel ve haklı eylem. Bunu somut örneklerle açabiliriz; sektördeki dört büyük banka milyonlarca müşterisinden yıllık ortalama 70 TL (evet, yetmiş Türk Lirası!) hesap işlem ücreti adı altında etik olmayan ücretler alıyor ve bunları gelir olarak yazıyorlar. O kadar ki, bu yıl ilk 6 ayda 2 milyar TL’ye yakın net kâr açıklayan bankanın bu kârının yaklaşık 1 milyar 100 milyon TL’si bu ve benzeri gelirlerden oluşuyor. Bir başka örnek ise internet-telefon bankacılığı vasıtasıyla yapılan para gönderme (EFT) işlemlerinden alınan ücretler. Yine sektör lideri bu dört büyük banka, internetten yaptığımız bu tür işlemlerden minimum 3 TL, telefon bankacılığından yaptığımız işlemlerden ise minimum 15 TL ücret alıyorlar. Ticari fon kullandırımlarda, kullandırdığı fonu geri çağırmayacağını, müşterisine “kredi borcunun kalan tüm taksitlerini hemen ödeyeceksin” demeyeceğini taahhüt eden, hesap işletim ücreti almayan, internetten ve telefon bankacılığı vasıtasıyla yapılan işlemlerden komisyon vs almayan bankalar da sektörde faaliyet göstermekte iken, bizim müşteri olarak diğerlerini tercih etmemiz ne kadar mantıklı? Bankayla işimiz olduğunda bizden etik dışı veya rekabet dışı ücretler talep eden, bunun yanı sıra kaliteli bir hizmet de sunamayan bu tür bankaların gönüllü müşterileri olup, yazın sıcağında kışın soğuğunda kapılarında kuyruk olmaya gerek yok. 32’si mevduat ve 4’ü katılım bankası olmak üzere toplamda 36 finansal kuruluşun yer aldığı ve yoğun bir rekabetin yaşandığı bu sektörde hiçbir banka vazgeçilmez değil. Bilinçli bir müşteri olarak bankalarla çalışmadan evvel bankamızı dikkatlice seçmek durumunda olduğumuz ise âşikâr. Türk Ticaret Kanunu’nun tüccarda bulunması gereken özelliklerden biri olarak ifade ettiği “basiretli olma” vasfı, bazı bankaların değil, sektördeki tüm bankaların da sahip olması gereken bir vasıf olmalıdır. Biz müşteriler ise bankaların bu vasfı edinmelerinde en önemli faktörlerden biriyiz. Bilinçli olalım, müşterisini “kazan-kazan” mantığıyla iş yaptığı bir ortağı olarak gören, etik bankacılık yapan bankalarla çalışalım, çalıştığımız bankayı bu kriterlere göre yeniden değerlendirip bankamızı iyi seçelim.