30 Ocak 2011 Pazar

Merkez Bankası kararları sonrası ne beklemeliyiz?


Merkez Bankası’nın faizleri düşürmesi sektörün beklemediği bir gelişme oldu. Bu kararın ardından bankaların zorunlu karşılıklarında yapılan artırım ise beklenen bir karardı. Bu kararların bizim için önemi nedir? Merkez Bankası’nın aldığı bu kararlar ama doğrudan ama dolaylı, ama kısa vadede ama uzun vadede, mutlaka hemen herkesi etkileyen gelişmelere sebebiyet verecek kararlardır.
Öncelikle bu kararlar ile ne amaçlandığını açıklamak gerekirse.. Merkez Bankası faizleri indirerek yabancı yatırımcılara “artık gelmeyin” sinyali veriyor. Diğer yandan, inen faizlerden ötürü de bankaların kredilere yüklenip piyasaları hareketlendirmesinden, enflasyonu tetiklemesinden korkuyor, bunun önüne geçmek için de kredilerin maliyetlerini artırıyor. Bankalar geçen yıl mevduat olarak aldıkları her 100 TL’nin 5 TL’sini Merkez Bankasına yatırmak zorunda iken, son karardan sonra artık aldıkları her 100 TL’nin (vadesine göre) 12 TL’ye kadar olan kısmını Merkez Bankası’na yatırmak zorunda kalacaklar. Yani bankalar topladıkları mevduatın yaklaşık sadece %90’ını kullanabilecekler, kredi olarak verebilecekler. Bu düzenlemeyle bankalar kasalarından 22,5 milyar TL’yi Merkez Bankası’na aktarmış olacaklar.
Peki bütün bu gelişmeler piyasalarda nasıl bir etki meydana getirecek? İlk göreceğimiz etki, bankaların kasalarındaki bu nakit azalışı kredi oranlarını artıracak. Kısa vadede bankaların konuttan araç kredilerine kadar tüm kalemlerde kredi oranları artacak. Artan oranlar da bu ürünlere olan talebi nispeten azaltacak ve bu ürünlerde de satış için fiyatlarda aşağı yönlü bir fiyat baskısı oluşacak.
Kredi oranlarından sonra mevduat oranlarında da, özellikle uzun vadeli mevduat oranlarında, yukarı yönlü bir hareket göreceğiz. Bankalardaki tüm mevduatın %15’ini oluşturan vadesiz mevduatta Merkez Bankası bankalara yatan bu paranın %12’sine “el koyacak” (zorunlu karşılık). Bankalardaki tüm paranın yaklaşık %3’ünü oluşturan 1 yıl ve daha uzun vadeli hesaplarda ise bu oran %5. Bankalar daha az kesintinin olacağı özellikle bu uzun vadeli hesapları cazip hale getirmek için bu vadede mevduat oranlarını daha da çok arttıracaklardır.
En yaygın etki ise faiz oranlarının düşmesinden sonra piyasalara akan sıcak paranın kesilmesi, yani dolar girişinin azalması kaynaklı olacaktır. Bu durumun Dolar’da yukarı yönlü bir harekete neden olacağını görmek sürpriz olmayacak. Türk Lirası’nın Dolar karşısında değer kaybetmesi en çok ihracatçılarımızı sevindirecek muhakkak. 150 TL’ye mal ettiği malı Dolar 1,50 TL iken 100 USD’ ye ihraç eden üreticiler Dolar 1,65 olunca aynı malı 91 USD’ ye daha rahat satar duruma gelecekler.
Sadece ihracatçılarımız değil Dolar’ın artmasını dört gözle bekleyenler, Petrol şirketleri de Dolar kıpırdamaya başlar başlamaz petrole zam için tetikte beklemekteler. Dolar’daki düşüşlerde her nedense pompa fiyatlarına yansımayan bu aşağı yönlü hareket, artış söz konusu olduğunda hemen pompa fiyatlarına yansıyacaktır. Daha çok vergi anlamına gelen bu artışa devletin her hangi bir biriminden takip yaptırım vs tabi ki olmayacaktır.
Sıcak para girişinin azalmasıyla değerlenen Dolar, altın fiyatlarını da artıracaktır. Altın, 25 Ocak Salı itibarıyla ons’u 1325 Dolar’ı görerek son 2,5 ayın en düşük seviyelerine ulaştı. Bu düşüşü nispeten Dolar kurundaki artış dengeledi ve iç piyasada TL karşılığı gram fiyatı değişmemiş gibi yansıdı ama Dolar yukarı yönlü bu hareketini devam ettirirken altın da eski seviyeleri olan 1400 dolarlara geri dönmeye başlarsa altında yukarı yönlü sert hareketler mümkün.
Merkez Bankası düşük politika faizi-yüksek zorunlu karşılık oranları bileşiminin içinde bulunduğumuz durum karşısında en uygun çözüm olduğuna inanıyor ve bu uygulamaları bir süre daha devam ettirmekte kararlı. Etkileri yukarda özetlendiği şekliyle olacak bu durumun ülkemiz için güzel sonuçlara vesile olması temennisiyle bu süreci hep birlikte yaşayarak göreceğiz.

23 Ocak 2011 Pazar

Vergi İstatistikleri Uyarıyor: “Acil Durum!”


Maliye Bakanı Mehmet Şimşek geçenlerde “seçimlerden sonra çok ciddi bir gelir vergisi reformu ve bunu tamamlayıcı nitelikte diğer reformlar için gerekeni yapacaklarını” açıkladı. Şimdiye kadar çoktan yapılması gereken bir reformdu bu, keşke seçimler beklenmemiş olsaydı da bu çalışmalar çoktan başlatılmış olsaydı ve süreç tamamlansaydı. Yine de güzel bir gelişme, zararın neresinden dönülse kardır…

Güzel bir gelişme bu, çünkü ülkemizde vergi konusu çok sancılı bir alan. Kayıt dışılık inanılmaz boyutlarda ve vergi veren bir avuç mükellefin üzerine gidildikçe gidildi yıllardır. Dolaylı vergilerin oranının yüksekliği de vergi konusunda ne kadar adaletsiz uygulamaların yürürlükte olduğunun en bariz göstergesi, akaryakıttaki vergiler, iletişimden alınan vergiler… Dolaylı vergilerdeki bu insafsız vergi oranları insanları vergi vermekten kaçınmaya itiyor, vergiden kaçınanların toplumda hoş görülmesine neden oluyor.

Kayıt dışı ekonomi muhtemelen kayıt altındaki ekonomimizle başa baş. Muhtemelen diyoruz çünkü bu konuda yapılmış en güvenilir çalışma 2002 yılına ait. OECD ülkeleri ortalaması %18 iken ülkemiz için bu oranın %32 olduğu tahmin ediliyor. Aslında genel olarak vergi oranlarımız diğer gelişmekte olan-gelişmiş ülkelerle karşılaştırınca oransal olarak çok yüksek değil. KDV birçok Avrupa ülkesinde bizden fazla: %20. Kurumlar vergisi oranı ise %35 – 40 bandında Avrupa ülkelerinde. Buna rağmen bizde kayıt dışı kalanların üzerine gidilmedi yıllardır, sisteme girmiş kayıt altındaki mükelleflerin üzerine gidildi hep. Gelir İdaresi Başkanlığı’nın internet sitesinde yayınladığı istatistiklere bakılınca kayıt dışılığın hangi sektörler olduğu bariz bir şekilde görünüyor aslında. Yayınlanan verilere bakıldığında çarpık gelir vergisi ve kurumlar vergisi ödeyen sektörler hemen göze çarpıyor. Bu sektörlerde kayıt dışılık yüksek olmasına rağmen sorun sümen altı edile geldi sürekli. Gelir İdaresi Başkanlığı’nın yayınladığı 2009 dönemi yıllık kurumlar vergisinin faaliyet gruplarına göre dağılımı verilerine göre Türkiye’deki diş kliniklerinin aylık geliri, vergi öncesi, sadece 1240 TL, altın imalatı ve ticareti ile meşgul olanların aylık vergi öncesi geliri ise 2060 TL. Gelir vergisi grubunda, avukatların aylık kazancı 2800 TL, diş hekimlerinin kazancı ise aylık sadece 877 TL. Şüphe yok, bu durum vergi sistemimizin baştan aşağı komple elden geçmesi için bir acil durum çağrısıdır aslında.

Vergi oranları sektörlere göre adaletli bir şekilde belirlenmeli, makul oranlar sabitlenmeli, vergi oranları sık sık değiştirilmemeli, denetimler sisteme girmiş kayıt altında çalışanlara yönelik olduğu kadar sisteme girmemişleri de kapsamalı ve vergi mevzuatı sade anlaşılabilir basit olmalı. Tüm bu tespitler zaten Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından yapılmış, herkesin yıllardır bildiği ama nedense yine yıllardır kimsenin el atıp düzeltmek için maalesef çaba sarf etmediği başlıklar. Umarız seçimlerden sonra yapılacağı söylenen “büyük reform” yıllardır kangren hale gelmiş bu önemli sorunumuza derman olur; kafese alınmış bir avuç mükellefe yüklenilmektense hep söylendiği gibi vergi artık tabana yayılır, herkes kazandığı paradan makul bir oranı adaletli bir şekilde vergi olarak öder.

15 Ocak 2011 Cumartesi

Yeni yılda bankalar nereden vuracak?


Bankalar yeni yılda müşterilerinin canını Bankacılık Hizmet Gelirleri ile yakacaklar. Faizlerin düşmesi, bankacılık gelirlerinin geçmişte olduğu gibi katlanarak artması önünde en büyük engel. Bankaların, topladıkları mevduata verdikleri faiz neredeyse kullandırdıkları kredilerden aldıkları faize eşit hale geldi. Bunun en büyük nedeni sektördeki rekabet ve bu durum bankaları yeni arayışlara, yeni gelir kalemlerine itmekte.
Yeni arayışların bankaları çıkardığı ilk adres Bankacılık Hizmet Gelirleri. 2011’de bankalar içine düştükleri bu düşük kâr kapanından kurtulmak için Bankacılık Hizmet Gelirleri’ne daha fazla yüklenecekler. Yani daha çok hesap işletim ücreti alacaklar, para transferlerinden daha fazla komisyon kesecekler, kredi kartı üyelik ücretlerini daha da arttıracaklar… Arkada bıraktığımız 2010 yılı da nispeten faiz gelirlerinin düşük olduğu ve gelirlerin önemli bir kısmının bu kalemlerden elde edildiği bir yıldı ancak 2011’de bankaların gerçekten aşırıya kaçan uygulamalarına şahit olabiliriz. Geçen hafta yayınlanan en son sektör verilerine göre, bankaların 2010’un henüz 11 ayında elde ettikleri Bankacılık Hizmet Gelirleri toplamı 10 milyar TL’ye dayandı. Türkiye Cumhuriyeti’nin IMF’ye olan borcundan fazla bir meblağı bankalarımız sadece 11 ayda ve yalnızca Bankacılık Hizmet Gelirlerinden elde ettiler 2010’da…
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu da (BDDK) 2011’de bankaların fahiş fiyatlamalar yapacaklarını tahmin ederek geçen hafta bir genelge yayınladı. Genelgede BDDK “bireysel müşterilerle sınırlı olmak üzere, sunulan hizmetler karşılığında talep edilen her türlü faiz dışı unsurun ve her türlü yasal kesintinin, Türkiye Bankalar Birliği ve Türkiye Katılım Bankaları Birliğince belirlenecek ve banka internet sitesinin açılış sayfasının kolayca görülebilir bir bölgesinde yer alacak ortak bir sembol üzerinden ulaşılacak şekilde, belirli bir düzen içinde bankaların kendi internet sitelerinde yayımlanması uygun görülmüştür” dedi. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun böyle bir genelge yayınlaması ve genelgede hangi kalemlerin nerede nasıl yer alacağı gibi ayrıntılara inmesi bu sene bankaların özellikle bu kalemlerde çok kişinin canını yakacağına alamet.
BDDK, bireysel müşterileri bankalara karşı korumak ve onları bilinçlendirmek için elinden geleni yapıyor. Bu durumda müşterilere düşen ise bankaların internet sitelerinden hangi durumda hangi bankanın ne kadar masraf aldığının öğrenilerek banka seçiminin en makul en etik fiyatlamayı yapan bankalar arasından yapılması. Yapılan düzenlemeleri göz önüne alarak bu konuda bilinçlenmek ve buna uygun hareket etmek bankalara işi düşen tüketicilere düşen en önemli görev. Bu duruma dikkat edilmesi bankalar karşısında en azından daha az üzülmemizi sağlayabilir.

11 Ocak 2011 Salı

Turist çok ama para yok…


Güzel ülkemiz dünyanın her tarafından her yıl milyonlarca turist çekmeye devam ediyor. Birleşmiş Milletler Dünya Turizm Örgütü verilerine göre (www.unwto.org) 2009’da 25,5 milyon turist ile Fransa, ABD, İspanya, Çin, İtalya ve İngiltere’nin ardından en çok ziyaret edilen 7. ülke olduk.

Bacasız sanayi olarak nitelendirilen turizm sektörü ülkelerin ekonomileri için ciddi bir gelir kaynağıdır. Ziyaret eden kişi sayısının önemi kadar bu kişilerin ülkede bıraktıkları döviz miktarı da haliyle önem arz etmekte. Bizim ülke olarak turizmdeki en büyük sorunumuz da tam burada aslında. Ülkemizi ziyaret eden çok ancak bu ziyaretleri paraya çevirmekte zorlanıyoruz. O kadar zorlanıyoruz ve bu konuda o kadar geriye gidiş var ki, turizmle ilgili, turizm gelirleriyle ilgili hangi veriye bakılırsa bakılsın bu durum açıkça görülüyor. 2004 yılında ülkemize gelen bir yabancı turist 706 Dolar harcarken bu tutar 2009’da 580 Dolar’a kadar düştü. 2010 için kesin rakamlar henüz açıklanmadı ama gerçekleşen rakamların bu tutarın da altına düşmüş olması kuvvetli bir ihtimal.

Ülkemizi ziyaret eden turist sayısının çokluğu ile övünüyoruz ama acı gerçek, görülüyor ki turist sayısı artmasına rağmen turizm gelirlerimiz sürekli geriliyor, yıldan yıla azalıyor. 2010’un ilk dokuz ayında yabancı turistlerden elde ettiğimiz turizm geliri 11,8 milyar Dolar olarak gerçekleşti. Bu rakam 2009’un ilk dokuz ayında 12,3 milyar Dolar, 2008’in ilk dokuz ayında ise 13,5 milyar Dolar idi. 2002’de turizm gelirlerimiz Gayrı Safi Yurtiçi Hâsıla’nın %5,2’si iken bu oran azala azala 2009 sonunda %3,4’e kadar geriledi.

Sektör, yabancı turisti günlük 25-30 dolara her şey dâhil lüks otellerde konaklatarak parasız ucuzcu turisti çekiyor; böylelikle günü kurtardığını zannederken aslında kendi ayağına kurşun sıkıyor, yıldan yıla kendini bitiriyor. Her şey dâhil lüks otelden dışarı adım atmadan tatilini tamamlayarak ülkesine dönen bu turistler bize döviz bırakmıyor. Turizm bölgelerindeki esnafın en büyük şikâyeti olan bu durum yıllardır turizmden sorumlu her bakana iletilmiş olmasına rağmen bu konuda da uygulama büyük sermayeden yana devam ediyor.

Turist profiline bakıldığında Orta Doğu - Kuzey Afrika (Müslüman ülkeler) kökenli ziyaretçilerin sayısında hatırı sayılır bir artış dikkati çekiyor. 2008’de bu bölgeden 2 milyon turist ülkemizi ziyaret etmişken 2010’da bu rakamın 4 milyona ulaşması bekleniyor. Bu ülkelerdeki televizyonların her gün saatlerce çeşitli Türk dizileri yayınlamasının bunda etkili olduğu bir gerçek. Almanya, Rusya, İngiltere ve İran’dan gelen turistler ise ülkemizi ziyaret eden toplam turist sayısının neredeyse yarısını oluşturuyor.

Her yıl tüm dünyadan milyonlarca insanın ülkemizi ziyaret etmesi çok güzel… Dünyada en çok ziyaret edilen 7.ülke olmak harika.. Ama her yıl yabancı turist sayısı artarken turizm gelirlerimizin düşmesine bir çare bulup ziyaretçi sayısındaki artışı ekonomik anlamda da artıya çevirebilmemiz gerekiyor.