26 Temmuz 2011 Salı

Piyasalar çıldırdı mı?


Piyasalar çıldırtıldı. Döviz ve altın fiyatlarının sıçraması işin içinde olmayan çoğu kişi için sürpriz oldu. Aslında bu manzarada, özellikle döviz fiyatları için, bir sürpriz yok. Olan biten tam olarak bir kontrollü devalüasyon, örtülü devalüasyondur. Bu kelimeyi kullanmak piyasaların huzurunu kaçıracağı için resmi makamlar otoriteler tarafından kullanılmaz, kullanılmayacaktır da, ama olan biten tam olarak bundan ibaret.

Son 1 haftadır bir tiyatro seyrediyoruz. Lütfen kronolojiye dikkat: 19 Temmuz’da AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Ekonomi İşleri Başkanı Dr. Bülent Gedikli, dünya ekonomisi üzerinde kara bulutların gözükmeye başladığını, bunun Türkiye’ye olumsuz etkileri olacağını ve tedbirli olunması gerektiğini açıkladı. “Ne varsa onu tutun. Fazla harcamayın, kriz kapıda” dedi. Ardından 20 Temmuz’da Başbakan Yardımcısı Ali Babacan basın mensuplarına konuşarak “olumsuz senaryolara hazırlıklı olmalıyız” dedi. Kokuyu alan derecelendirme kuruluşu Fitch de 21 Temmuz’da Türkiye’nin artık krize daha açık bir ülke olduğunu açıkladı. Bir gün sonra 22 Temmuz’da Merkez Bankası Başkanımız Erdem Başçı “Açık pozisyonu sınırlayan rahat eder” açıklaması yaptı, yani döviz artacak, döviz borçlarınızdan kurtulun mesajı verdi açık açık. Dün böyle konuşan başkaları vatan haini ilan edilip kriz simsarı olarak adlandırılırken hükümet üyelerinin ve otoritelerin birden bu söyleme geçmesinden mesajı alanlar aldılar. Tüm bu olanlardan ve açıklamalardan sonra Temmuz’a 1,60 TL’den başlayan Dolar 1,70 TL’nin üzerine çıktı. Bu çıkış bilinçli olarak yönlendirilmiş bir hareketin sonucunda meydana geldi. İthalatın patladığı, ihracatçıların belli bir banda sıkışmış döviz fiyatları karşısında kıvrandığı ve cari açığın sürekli artmaya devam ettiği bir ortamda “devalüasyon” beklenen bir gelişme olmalı. Devalüasyon nedir? Devalüasyon en basit anlatımıyla hükümet kararıyla döviz kurlarının belli bir oranda arttırılmasıdır. Döviz kurlarının artmasını neden ister bir hükümet? Döviz kurları artınca ithalat azalır, yurt dışından mal ve hizmet almak zorlaşır pahalı hale gelir, öte yandan ise bizim ürettiklerimiz döviz bazında ucuzladığı için bunları yurt dışına satabilmemiz kolaylaşır, ihracat artar. Böylelikle yurt dışına daha az döviz göndeririz, yurt dışından daha fazla döviz getirmiş oluruz. Yani şu an başımızın belası cari açığı azaltmak için önemli bir avantaj elde etmiş oluruz.

Yaşadıklarımız ve önümüzdeki dönemde yaşayacaklarımız cari açıkla mücadele için yetkililer tarafından bilinçli olarak tetiklenmiş bir süreçtir, "örtülü" ve Merkez Bankası "kontrollü" devalüasyondur. Bu devalüasyon öncekiler gibi akşamdan sabaha kurların % 20 vs arttırıldığı açık bir devalüasyon şeklinde olmayacaktır. Yatırım danışmanlık şirketlerinin ekonomistlerine göre, ay başına göre henüz % 7’lerde olan bu düzeltme önümüzdeki süreçte % 10 - % 15’i bulabilir. Yani Dolar’ın 1,75 – 1,85 bandına gelmesi sürpriz olmayacaktır.

Fiyatı uluslar arası piyasalarda oluşan altında ise ilginç bir durum yaşanıyor. Uluslar arası piyasalarda zaten ons’u 1600 Dolar’ı aşarak rekor seviyeye gelmiş altın, ülkemizde Dolar’ın da yükselmesiyle birleşince gramı 90 TLseviyesine geldi. Şunu çok açık, kısa ve anlaşılır bir biçimde ifade etmek gerekiyor: altın fiyatları uluslar arası piyasalarda zaten artış trendinde. Bizde döviz de artış trendinde olunca birleşen bu iki dalga ile çok uzak olmayan bir zamanda altın gram fiyatında 100 TL’yi görmemiz bizi şok etmemeli.

24 Temmuz 2011 Pazar

Vizeler ve dış ticaret


Bazı komşularımızla ve diğer ülkelerle vizelerin karşılıklı kalkması bir kısmımızda sevince neden olurken bir kısmımız ise bu ülkelerle vizelerin kalkması için verilen çabanın boş olduğu kanısındaydı. Özellikle orta doğu ülkeleriyle vizelerin kalkması neticede her şey bir yana ekonomik anlamda bizim için son derece olumlu bir gelişme idi. Bölgede meydana gelen gelişmeler en çok bu durumun sefasını sürmeye hazırlanan bizi etkiledi ama önemli olan buradaki insanların baskıcı rejimlerden bir an önce kurtulabilmeleri tabi ki.

Ürdün, Lübnan, Suriye gibi nispeten küçük ülkeler dünya çapında çok önemli ülkeler olarak görülmeseler de bizim için ekonomik anlamda önemli ülkelerdir. Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri ile olan dış ticaretimiz ithalat ihracat anlamında her zaman bizim aleyhimize işlemiştir. Yani bu ülkelere satış yapabildiğimiz tutarlardan hep daha fazlasını ödemişizdir, onlara net bazda dış ticarette para ödeyen taraf neticede hep biz olmuşuzdur. Oysa bu saydığımız küçük ülkelere ve bunların benzeri diğer ülkelere ciddi anlamda mal ve hizmet satarak para kazanıyoruz, dış ticarette terazi hep bizden yana ağır basıyor. O kadar ki sadece Libya, Suriye, Ürdün ve Lübnan’a ihracatımız 2009’dan bu yana Amerika’ya ihracatımızdan daha fazla hale geldi. Bu dört ülkeye geçen yıl sattığımız mal ve hizmetlerden 5 milyar dolara yakın para kazandık. Üretimin yanı sıra tam bir tüketim çılgını da olan stratejik ortağımız ve dünyanın süper gücü Amerika Birleşik Devletleri’ne ihracatımız ise sadece 3.8 milyar dolarda kaldı. Orta doğu ülkeleri ile vizelerin kalkması karşılıklı ticarete son derece olumlu katkı sağlamaya başlamıştı ki bölge karıştı. Er ya da geç bölge yine durulacak muhakkak. Vizesiz gidiş gelişlerin mümkün olduğu bu ülkelerden ithalat da artıyor elbette ancak esas artış ihracatta, durum bizim lehimize yani. Bu dört ülkeden son dört yılda toplam ithalatımız 4 milyar dolar iken ihracatımız ise 15 milyar dolar olmuş. A.B.D.’ye de bu dört yılda yapabildiğimiz ihracat yine 15 milyar dolar ama 41 milyar dolar ithalat yapmışız.

Bu ülkeler çoğu kalemde bizim ürettiğimiz kalitede mal ve hizmet üretmekten şimdilik uzaklar. Şehirdeki elit kesiminden dağ başındaki köyde yaşayan insanına kadar Türk dizileri müptelası halkları var. Bu dizilerin de büyük katkısıyla öylesine bir Türkiye hayranlığı var ki bölgede… Çin, ürettiği malların satışını kolaylaştırabilmek için etiketlerine Made in Istanbul, Turkey yazıp da gönderiyor bu ülkelere. Elimiz çok güçlü bu coğrafyada, bunu kullanabilmek için vizelerin kalkması çok yerinde oldu. Bölge durulup taşlar yerine oturduğunda dış ticarette ülkemiz lehine çok önemli hacimler göreceğimiz muhakkak.

Avrupa Birliği ülkeleri ile vize konusunda müzakerelerin devam ettiği malum. Amerika Birleşik Devletleri ise Visa Waiver Program denen bir vize muafiyet programı kapsamında 36 ülkeye vize muafiyeti uyguluyor. Bu program kapsamındaki ülkelerin vatandaşlarını vize almak zorunda kalmadan 90 güne kadar turizm veya iş için ABD'ye seyahatlerine imkan sağlıyor. Ülkemiz de bu program kapsamında yol haritası verilen 12 aday ülke arasında yer alıyor. Amerika Birleşik Devletleri ile olan işbirliğimiz sadece askeri alanda değil de turizm ve ticaret alanında da devam edecekse ülkemizin bu programa bir an önce dahil olması gerekiyor. Bizim ihracatçılarımızın önündeki en büyük engel maalesef vize problemidir. Vize probleminin aşıldığı ülkelerle ticaret ile başlayan yakınlaşma her alanda artarak devam edecektir. Eksenimizin ne yönde olacağı, bu ülkenin rotasının ne yönde olacağı biraz da ülkelerin vize uygulamalarına bağlıdır.

16 Temmuz 2011 Cumartesi

Kendinizi silkeletmeyin


Menkul Kıymetler Borsası, ülkemizde faaliyetlerine başladığı yıldan bu yana çeyrek asırdır kolay yoldan, kısa zamanda ve çok para kazanmak isteyenlerin her zaman gözdesi olmuştur. Azınlık bir grup dışında çoğu kişi böyle düşünerek girdiği borsada her zaman para kaybetmiştir. Şunun açıkça bilinmesi gerekiyor, borsada kısa zamanda çok büyük paralar kazanmak herkesin istediği ama çok çok az kişinin “başarabildiği” bir iştir. Borsadan bu yolla para kazananlar da büyük yatırımcılar, bu piyasanın kurdu olmuş yatırım danışmanlarıyla çalışan yabancılardır. Küçük sermayelerle gazete-dergilerden ilgili köşeleri takip ederek para kazanmaya çalışan küçük yatırımcılar ise bu piyasanın genelde kaybedenleri, keriz silkeleyici kurtların kurbanları, masum kuzucuklardır. Keriz silkeleme bize mahsus bir tabirdir. Sıklıkla piyasada bu işlemin yapıldığına maalesef şahit oluyoruz. Yasa dışı olduğu için bu kişilere operasyon üstüne operasyon düzenlenmekte ancak kısa zamanda çok para kazanan bu işi yapanlar her zaman bu işlemleri yapmaya devam etmekteler. En kısa şekliyle keriz silkeleme, halka arz edilme oranı düşük olan, “sığ” denilen hisse senetlerinin fiyatları düşükken satın alınması, sonrasında bunların fiyatlarının asılsız söylentilerle yükseltilip iştahlandırılmış kişilere satılması işlemidir. Bu aynı zamanda borsada sıklıkla kullanılan “manipülasyon”un da tarifidir, yasa dışıdır.

Sığ kâğıtlar (halka arz oranı düşük olan, küçük şirketlerin hisse senetleri) fiyat dalgalanmalarına çok müsaittir. Öğrenciyken fakültede aldığım bir ders sayesinde tanıştığım şimdi ismini hatırlamadığım bir yatırım danışmanı bunu anlatırken bir kağıt ismi vermiş ve bu sığ kağıtların fiyatlarının nasıl kolayca yönlendirilebileceğini ispat etmişti. Söylediği kâğıdın fiyatı onun basit al-sat oyunlarıyla dediği gün dediği oranda artmıştı.

Borsaya girecekseniz hiç olmazsa şunlara mutlaka dikkat edin. Küçük şirketlerin sığ kâğıtlarını almadan önce iyi düşünün. Gazete ve dergilerin borsa köşelerindeki yorumcuların verdiği akıllara itibar etmeden evvel bir daha düşünün. Unutmayın, yazdıklarının binlerce takipçisi olan o kişilerin de, onların patronlarının da paraları aynı piyasada çeşitli kâğıtlarda. Kısa zamanda kolayca çok büyük paralar kazanmak hırsından kendinizi kurtarın. Bu işlerin içinde olup tüm birikimini hisse senetlerine yatırmak yetmiyormuş gibi üstüne yüksek miktarlarda kredi çekerek borsaya giren ve batarak mahvolan insanlar tanıyorum. Bilmek de her zaman insanı yanlıştan koruyamayabiliyor işte. Kazanabileceğiniz parayı değil kaybedebileceğiniz parayı düşünün. Bu kaybedebileceğiniz para miktarı hayatınızı alt üst edecek miktarda ise tekrar tekrar ve iyi düşünün. Bu işin uzmanı değilseniz 150’ye yakın lisanslı aracı kurumlara devredin bu işi. Borsada yabancı banka, aracı kurum veya şahıs nam ve hesabına gerçekleştirilen işlemleri de iyi inceleyin. Piyasadaki kurt yatırım danışmanlarının portföylerini yönettiği yabancılar genellikle herkesten önce “havayı koklayarak” aksiyon alırlar. 3 Temmuz Pazar sabahı başlayan futbolda şike operasyonu hepimiz için beklenmedik bir olay iken bu yabancıların henüz Haziran ayında yaklaşık 10 milyon TL Fenerbahçe hissesi, 2 milyon TL’lik Galatasaray hissesi, yarım milyon TL’lik Beşiktaş ve Trabzonspor hissesi satarak kulüplerin hisse senetlerinden çoktan çıktıklarını unutmayın.

Borsa her geçen gün yapısal anlamda daha iyiye gidiyor. Umuyoruz “kumar oynamak”tan mütevellit “borsada oynamak” tabiri de bizde "borsada yatırım yapmak" olarak değişecektir.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Dış borçlarımız da özelleşiyor…


Ülkemizin dış borçları enteresan veriler içerir. Hemen her istatistikî veride olduğu gibi ülkemizin dış borçları verilerinde de çoğu kişi –maalesef- bulunduğu kampa göre bunları yorumlar. Bir grup görme özürlünün, filin bambaşka yerlerine dokunarak fili tarif etmeye kalkışması gibi birbirine taban tabana zıt yorumlar yapılmasının nedeni de bu sebeptendir. Kimisi, dış borçların arttığını ama bunların çoğunun devletin değil özel sektörün borcu olduğunu söyleyip pembe tablolar çizer, kimisi de tabloyu en ham haliyle yorumlayıp felaket tellallığı yapar.

Biz şimdi bu verileri mümkün olan en sade şekle sokup, pembe tablo çizmek yahut felaket çığırtkanlığı yapmak derdine düşmeden sadece olan biteni anlamaya çalışalım.

Birazdan üzerinde konuşacağımız ülkemizin dış borç verilerindeki temel kaynağımız Hazine Müsteşarlığı’nın 4 Temmuz’da güncellediği yayını “Türkiye Ekonomisi”dir.

Türkiye’nin dış borcu dendiğinde bu borcu yapan temelde iki sektör vardır. İlki devlet (kamu borcu), diğeri ise özel sektör borcudur. “Özel sektör borcu neden Türkiye’nin dış borcu sayılıyor” sorusuna verilebilecek en özet cevap ise şudur: “bu borçların kefili devlettir. Borç, sadece borcu alanın değil, aynı zamanda onun geri ödeneceğine kefil olanın da borcudur.” Bu bilgiden sonra dış borç yapısına baktığımızda özel sektörün toplam dış borçlar içerisinde 2005 yılında ağırlığı % 54 iken bu yıl Mart sonu itibarıyla % 67’ye çıktığını görüyoruz. Devletin borcunun azaldığı anlamına gelmiyor bu; özel sektör devletten daha fazla borçlanıyor yıllardır. Bu yüzden dış borçlarımız içinde devletin borcunun ağırlığı azalırken borçlarımızı özel sektör sürekli arttırıp, deyim yerindeyse dış borçlarımızı özelleştiriyor.

Cari açığın tehlikeli bir hal aldığı hükümet tarafından bile kabul edilip alınacak tedbirler konuşulurken bazıları da cari açığın kriz simsarları tarafından tehlikeli bir boyuta ulaşmış gibi gösterildiğini, aslında ortada tehlikeli bir durum olmadığını iddia ediyor. Bunu söyleyenlerin en büyük iddiası ise özel sektörün borçlarının yapısının daha da kısa vadeli hale gelmesi. Hâlbuki en son verilere göre özel sektör kısa vadeli borçlarının ağırlığı “inanılmaz artmış” durumda değil. Hatta 2005 yılında % 40 olan kısa vadeli borç oranı bugün % 37’ye düşmüş durumda özel sektörün dış borçlarında. Tam tersine, devletin borçları içindeki kısa vadeli olanların ağırlığı ise geçen dört yıl neredeyse sıfır iken 2010 ve 2011 ilk çeyrek sonu itibarıyla % 5’e çıktı. “Devletin kısa vadeli dış borcu sadece 4,9 milyar dolar. Özel sektörün kısa vadeli borcu ise 70 milyar dolar” diyerek sadece rakamlar üzerinden durumu açıklamaya çalışmak son derece yanıltıcı. Kriz simsarları herkesin malumu, ancak bunları öne sürmeye çalışarak cari açığı küçümsemek yahut başka mecralara çekmek pek doğru bir davranış değil.

Kamu dış borçlarımızda son durum ise özet olarak şundan ibaret; 2002’de 257 milyar TL olan kamu brüt borçlarımız % 93 artarak 2010 sonunda 497 milyar TL oldu. Merkez Bankası varlıklarını, kamu mevduatını ve işsizlik sigortasında biriken tüm meblağı toplayıp borçlarımızdan düşsek bile net 318 milyar TL borcumuz var. Kamu borcu da görüldüğü üzere sürekli artmakta ancak tabi ki bardağın yarısı da dolu. Dolu tarafa da bakmak gerekirse; 2002 yılında bu borçlarımız Gayrı Safi Yurtiçi Hâsıla’mızın % 62 sine karşılık geliyorken bu oran % 29’a düşmüş durumda. Yetersiz seviyede ama en azından borçlanma hızımızdan daha fazla üretim yapabiliyoruz artık. Borçlanırken ödediğimiz faiz oranları hem Türk Lirası’nda hem de dövizde düştü. 2002’de Euro’ya %10 faiz öderken bu faiz oranı bugün % 5’e düştü sözgelimi. Bu sayede de devlet, 2002’de topladığı 100 TL verginin 86’sını faize verirken, bu oran bugün 23’e düştü. Sevindirici olan bir diğer husus ise uzun zamandır para almadığımız IMF’ye borcumuz iki yıl içerisinde sıfırlanmış olacak mevcut ödeme planına göre.

İstatistik önemli bir bilim. Kim nereden bakıp neyi görmek istiyorsa rahatlıkla verileri o şekilde aktarabiliyor. Politik istatistik ise maalesef bizde de giderek yaygınlaşmaya başladı. Politik istatistik nedir, Winston Churchill’in özetiyle: “Delikanlı, parlamento üyesi olmak istediğini anlıyorum. Öğrenmen gereken ilk ders; ben bebek ölümlerinin oranları hakkında istatistiksel bir rapor istediğimde, benim bütün istediğim, benim başbakanlığım döneminde ölen bebeklerin sayısının başka birinin başbakanlığı dönemindekilerden daha az olduğunun kanıtıdır. Politik istatistik budur."