28 Aralık 2011 Çarşamba

Altına hücum! Her ay 11 ton altın aldık…



Ülkemizdeki bankalarda 2010 sonunda 35 ton altın bulunuyordu. 2011’in Ekim sonu itibarıyla ise bankalardaki altın miktarı 145 ton’a ulaştı. Bu altınlar çalınma kaybolma vs risklere girmek istemeyen yatırımcıların, yani halkın bankalarda tuttuğu kaydi altınlar. 2011’de vatandaşlarımız bankalar aracılığıyla her ay 11 ton altın alımı yaptı, 10 ayda bankaların altın stokları 110 ton artarak merkez bankasının 116 ton olan rezervlerini geçmiş oldu. Bankalardaki 145 ton ve merkez bankasındaki 116 tondan başka kabaca beş bin ton da yastık altı tabir ettiğimiz altın olduğu sanılıyor ülkemizde.

2011 yılına 1 onsu (31 gramı) yaklaşık 1400 dolardan başlayan altının onsu şimdilerde 1600 dolar civarında ve muhtemelen yılı bu fiyattan bitirecek. Yani yıla altın alarak başlayan ve altınlarını muhafaza eden yatırımcılar yaklaşık %15 bir getiri elde etmiş oldular.

2011 yılı için altın fiyat tahminlerinde fiyatların bin doların altına ineceğini söyleyenler ile iki bin doların üzerine çıkacağını tahmin edenler yanıldılar, tıpkı analistleriyle meşhur HSBC ve Morgan Stanley gibi… Geçmişte söylediklerine ve gerçekleşen altın fiyatlarına baktığımızda altın fiyatları konusunda en dikkate alınması gereken kişilerden birinin Credit Suisse Kıymetli Madenler Analisti Tom Kendall olduğunu söyleyebiliriz. Altında 2012 için ise en makul fiyat tahminleri iki bin dolar civarında yoğunlaşıyor.

Saglamaltin.com sitesinden Mehmet Bengü Uluengin’in altına yatırım yapmayı düşünenlere önerileri ise şunlar: “En güzel taktik, daha doğrusu ‘düşünce şekli,’ en dipte alım yapmaya çalışmaktan vaz geçmek. En dibi bulmak çok zor. Hadi diyelim bir kez buldunuz. Daha sonraki seferlerde bunu tekrarlamak neredeyse imkansız. O zaman en dip noktayı bulmaya çalışmaktan vaz geçin. Altın düştü mü? Biraz alım yapın, ama kesinlikle tüm paranızla değil. Daha mı düştü? Tekrar alım yapın. Yok yükselmeye mi başladı? Güzel, zaten bir miktar alım yapmıştınız. Kâr etmeye başladınız yani. Ancak bir miktar daha paranız var. Dursun. Siz tetikte kalın.

Fiyat hareketini izleyin. Çok kısa sürede çok hızlı mı yükseldi? Bir miktar satın. Ancak temel pozisyonunuz kalsın. Gerileyince sattığınızı tekrar alın. Veya, altını zamanlamaya çalışmaktan vazgeçin. Yatırın bir miktar, dursun. Unutun o yatırımı. Günlük, hatta haftalık aralıklarla bile kontrol etmeyin. Altı ay sonra bakın. Bugünkü değerinin üzerinde olacağına kalıbımı basabilirim.”

Altına yatırım yapanlara, yapacaklara son bir not.. Piyasada satılan altınların fiyatlarında işçilik maliyetleri de vardır. Bu yüzden alım satımlardaki fiyat farkları müşteri aleyhine artabilmektedir. Altına yatırımın en güvenilir yolu, yastık altında muhafazaya göre birçok avantajları bulunan alternatif, bir bankadan altın hesabı açtırmaktır. Bunun için altın hesap yahut vadesiz hesap, ne ad altında olursa olsun her hangi bir hesaptan hiç bir masraf komisyon vs almayacağını kesinlikle taahhüt eden bir bankayı seçmemiz gerekiyor menfaatimiz icabı...

Banka aracılığı ile, Dolar-Euro alıp satar gibi, miligram bazında bile alım satım yapabilecek, düşük meblağlarda dahi, 20 liralık, 50 liralık… altın alarak tasarruf etme imkânımız olacak ve bu işlemler için her hangi bir komisyon, muhafaza ücreti vs de ödemeyeceğiz. Devletin bankalardaki mevduata verdiği güvence altın hesaplarda da aynen geçerli ve altının değer artışlarından kaynaklanan kazancımız da her hangi bir vergiye tabi değil. Bunların yanı sıra altın fiyatlarındaki artış veya azalışlarda yahut dilediğimiz her hangi bir zaman alım satım yapabilme avantajı, ücretsiz ve güvenli muhafaza kolaylığı, işçilik ücreti giydirilmemiş saf altın fiyatlarından dar marjlarda alım satım imkânı, istenildiğinde fiziki teslim imkânları, yararlanılması gereken imkânlardır.

22 Aralık 2011 Perşembe

Kredi Kartından 22,5 milyar TL! Buna can dayanmaz…



Kredi kartlarının sadece alışverişte kullanılması gereken bir ödeme aracı olması gerektiğini kulak ardı ettik yıllarca. Sıkıştığımızda, ama bilerek ama bilmeyerek, yüksek faizli borcun altına girip nakit çektik. Bu nakit çekme işi öylesine yaygınlaştı ki 2007’de yerli kredi kartlarıyla yurt içinde 13 milyar TL olan nakit çekim, bu yılsonunda muhtemelen ikiye katlanarak 26 milyar TL’ye ulaşacak.

Bankalararası Kart Merkezi verilerine göre bu yılın ilk 11 ayında tam 87 milyon kez ve 22,5 milyar TL nakit avans çekimi yapıldı kredi kartlarından. Buna can dayanmaz… Aylık %2’nin üzerinde bir faizle çekilen bu nakit avanslardaki gidişatın korkutucu olduğu apaçık bir gerçek. Kasım sonu itibarıyla 51 milyona dayanan kredi kartlarına otoritenin bir düzenleme yapması gerektiği uzun zamandır konuşuluyordu. Kredi kartı sektöründe bankalar oldukça rahatlar. İnternetten başvuru yapıp hiç şubeye gitmeden adrese kredi kartı teslimatı hala yaygın bir şekilde devam ediyor. Sürekli olarak gelirinden fazlasını harcama eğilimindeki kitlenin maalesef yıldan yıla artması bankaların kredi kartları konusunda agresif satış yapmalarını körüklüyor. Bu konuda en büyük otorite BDDK, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, şube dışında tezgâh açıp kart satmanın yasaklanması, asgari ödeme tutarlarının yükseltilmesi vs gibi hemen her yıl kredi kartlarıyla ilgili bazı tedbirler getirse de bankalar çalıyı dolaşmayı gayet iyi beceriyorlar. Şimdi konuşulan tedbir de kredi kartlarına tek limit getirilmesi.

Hükümetin isteği üzerine çalışma başlatan BDDK, artık şahıslara bir kredi kartı limiti getirecek. Çalışmaları kısa bir süre önce başlayan konunun tüm ayrıntıları henüz belli değil. Belli olan, kişinin yıllık gelirinin yarısı yahut belli bir oranı kadar o kişiye bir kredi kartı limiti açılacak. O limit dâhilinde kalmak kaydıyla şahıs dilediği kadar kart alabilecek artık. Mesela, yıllık geliri 24 bin TL olan biri, 12 bin TL’lik tek kart alabileceği gibi, isterse bin TL limitli 12 karta sahip olabilecek. Değişmeyecek olan asıl şey ise bu toplam kredi kartı limiti olacak.

Serbest çalışan milyonlarca kişi ve kayıt dışılığın tavan yaptığı bir piyasada şahısların gelir beyanı nasıl olacak, kişilerin beyan ettiği gelirler neye göre nasıl belgelenerek kredi kartı limiti belirlemesine temel teşkil edilecek şimdilik net değil. Henüz çok yeni olan çalışma nihayete erince göreceğiz bunları. Şu aşamada kredi kartlarına getirilmesi düşünülen bu tedbir hem tüketicileri yani bizleri karttan harcama konusunda frenleyecek hem de kredi kartlarında bankaların rekabetini kızıştıracaktır.

Dünyada eşi benzeri olmayan, kredi kartlarıyla yapılan ödemelerdeki bol taksitlerin de sınırlandırılması gerektiği başka bir husus olarak önümüzde durmaya devam ediyor. İnsan, tabiatı gereği, yaptığı harcama küçük dilimlere bölününce harcamak konusunda daha cesur oluyor ve ihtiyacı olmasa dahi kolaylıkla satın almalar yapabiliyor. Harcamayı teşvik eden bol taksitli sistem de, bankalar ne kadar engellemeye çalışsalar da, düzenleme yapılması gereken ilk konulardan biri.

Tüketimden ve harcamadan kendini alıkoyamayan, bir şeyin olmayışına yokluğuna tahammül edemeyen, ‘olmadığında sabredip, olduğunda şükreden’ toplum yapımızdan uzaklaştıkça bu gibi konuları hep konuşmaya devam edeceğiz.

19 Aralık 2011 Pazartesi

Firmanızı batırmanın en kestirme yolları

İşletmeler de her canlı, her fani gibi doğarlar büyürler ve ölürler. Kimisi karıncalar gibi 3-5 yıl ancak yaşayabilirken kimisi de bazı kaplumbağalar gibi bir asır devirerek hayatını devam ettirebilir. Firmaların (şirket ve gerçek kişi işletmelerine genel olarak “firma” diyelim) doğum ölüm istatistiklerine baktığımızda bu yılın ilk 10 ayında 100 bine yakın firmanın kurulduğunu, diğer yandan bunların neredeyse yarısı kadar firmanın da kapandığını görüyoruz. Geçen yılın ilk 10 ayında kapanan firma sayısı açılanların %40’ı kadar iken bu yıl bu oran %50’ye yaklaşmış durumda. Firmaları kapanmaya götüren birçok neden var. Bunların bir kısmı dışsal nedenler olarak ön plana çıkarken (vergiler, rakipler vs) bir kısmı da firmanın iç bünyesinden, kendi iş yapış tarzındaki hatalardan kaynaklanıyor.

Firma olarak iş yapış tarzından kaynaklanan hatalar elbette pek çok. Biz duruma tersten bakarak “bir firma nasıl en kolay yoldan batırılır” sorusuna en belli başlı cevapları sıralayalım:

2008 yılındaki krizde bankaların batırdığı Kayseri’nin dev tekstil firmalarından birinin yaptığı gibi, rasgele bir banka ile çalışın, ufak hesaplar yaparak kredi oranındaki 1-2 puan indirime, havale masraflarındaki 3-5 kuruş iskontoya göre seçin bankanızı. Ama yine de şunu unutmayın ki bazı bankalar, havalar günlük güneşlik iken verdikleri kredileri daha yağmur başlamadan en ufak bir kriz emaresinde geri ödemenizi isteyebilir. Siz 2 yıl vadeli aldığınız kredinin taksitlerine göre işlerinizi planlamış olabilirsiniz ama bu bir takım bankaları hiç ilgilendirmez. Önemli olan onların durumudur. İsterlerse kredinin faizini yeniden düzenlerler, isterlerse “hemen kredinin hepsini ödeyeceksin” diyebilirler. Ne tür bir banka ile çalıştığınızın bu açıdan hiçbir önemi yoktur.

İşsizlik hala yüksek oranlarda, iş arayan bir dünya insan var. Bu yüzden çalışanların motive olması, onların mutlu olup müşterilere de kaliteli hizmet vermesi vs gibi söylemlerin aslı astarı yoktur. Onları makine gibi görüp en ucuz maliyetle en çok nasıl çalıştırabilirseniz çalıştırın.

Teknolojiyi ihmal edin. Firmanızın kesinlikle internet sitesi olmasın, facebook, twitter vb “şeylerden” uzak durun, internetten işinizle ilgili rakiplerinizle ürünlerinizle ilgili araştırmalara girmeyin. Ülkemizde ve dünyada sizin yaptığınız işi kim nerede nasıl yapıyor araştırmayın. En iyi yol bildiğiniz yoldur.

Yeni fikirlere kapalı olun. Batan yahut devleşen birçok firmanın serüvenine şahit olan banka finans sektörü çalışanlarına her hangi bir konuda aman bir şey danışmayın. Finansal kuruluşların özellikle Ticaret ve Sanayi Odaları ile müşterek düzenledikleri katılımın ücretsiz olduğu ve teşvik edildiği “KOBİ toplantıları” vs gibi organizasyonlara iştirak etmeyin. Fuarları da zinhar takip etmeyin, fuarlara gidip işinizle ilgili, sektörden diğer insanlarla tanışıp ürünleri görmekle, rakipleri tanımakla vs vakit harcamayın.

Güçlü yanlarınız nelerdir, zayıf kaldığınız alanlar nereler, pazarda fırsat var mı, acaba nelerdir, piyasadaki tehditleri tanıyıp buna göre tedbirler almak.. gibi konularda böbürlenmeden, bozulmadan, akıllıca düşünüp zaman ayırıp çalışmalar yapmayı aklınızdan bile geçirmeyin. Her şey olacağına varır.

Devletin birçok alanda özellikle üretim yapan firmalara sağladığı muazzam avantajları araştırmayın, bunlardan faydalanmayın. Kimlere ne tür teşvikler verilebiliyor, hibelerin şartları nelerdir, yurt dışındaki fuarlara katılımlarda nerelerden ne destekler mümkün, KGF de neyin nesi gibi konular ehline malum, yapan yapıyor zaten. Tamamen ihmal edilesi konulardır.

Firmaları batıran (tersi durumda ihya eden) pek çok başlıktan bir çırpıda sayılabileceklerden sadece bir kaçı.. Umarız önümüzdeki yıllarda kurulan firma sayıları artarken kapanan firma sayıları da azalır, 100 firma açılıyorsa kapananların sayıları şimdiki ellilerden kırklardan en kısa zamanda tek hanelere düşer…

Katılım Bankaları? İkna edilmeyi bekleyen geniş bir kitle var



Türk bankacılık sistemine dâhil edilen eskinin özel finans kurumları şimdinin katılım bankaları büyümelerine son sürat devam ediyorlar.

Küresel finans piyasalarında ismi “İslamic Banking” yani İslami bankacılık olan bu sektörün ülkemizdeki son zamanlardaki hızlı büyümesi esasında çok geç kalmış bir büyüme. İlk katılım bankasının faaliyete başlamasından bugüne 25 yıldan fazla süre geçti.

Bugün dört katılım bankası yedi yüz şube ve on beş bin personelle faaliyet göstermekteler. Aradan geçen bunca yıla rağmen katılım bankalarının bankacılık sektöründeki pazar payı çok kısıtlı kaldı.

Eylül sonu itibarıyla sektörün elde ettiği 15 milyar TL’lik net karın sadece 600 milyon TL’si katılım bankalarına ait, yani yüzde 4’ü. Kredilerde ve mevduatta da yaklaşık yüzde 5,5 paya sahipler katılım bankaları. Kuruluşları merhum Özal’ın çabalarıyla 80 ihtilali sonrası, özellikle muhafazakâr kesimin faizli bankalarla çalışmaktan imtina etmesi nedeniyle gerçekleştirilmişti.

Birikimi olanların mevduatlarını alarak bunlarla krediye ihtiyacı olanları fonlayan katılım bankalarının bu kadar düşük pazar payına sahip olmalarının en büyük nedeni tabi ki yıllarca şubeleşmede geri kalmış olmaları.

Bugün 700 olan katılım bankalarının toplam şube sayısı bundan on yıl önce sadece 100 civarında idi. Şubeleşememenin en büyük nedenlerinden biri de finansal piyasalardaki çalkantılardan ziyade siyasi bakış açısıydı. 1980 ihtilalini yapan generaller ikna edilerek kurulmuşlardı ama sonraki yıllarda bu sektörün palazlanmasına bir türlü izin vermediler.

Uzun yıllar diğer bankalar topladıkları mevduatın büyük bir kısmını yüksek faizlerle devlete satarken katılım bankaları topladıkları fonlarla sadece hep reel sektörü fonladılar. Bugün katılım bankaları topladıkları mevduattan daha fazlasını reel sektöre aktarmış durumdalar.

Eylül sonu itibarıyla mevduat bankalarının topladığı 100 liranın 43 lirası tahvil bono gibi kâğıtlarda iken Katılım bankalarının topladığı mevduat 100 birim olmasına rağmen dağıttıkları kredi miktarı 102’yi geçmiş durumda. Mevduatın haricinde yurt dışından kaynak aktarımı da önemli rakamlara ulaşacak önümüzdeki zamanlarda.

Katılım bankalarının önündeki en büyük engel kendilerine karşı olumsuz bakış açısına sahip geniş bir kitlenin oluşu. İslami bankacılık kavramının içini dolduramayan kişilerin odakların ikna edilmesi katılım bankalarının en öncelikli işi. Özellikle reklamlarla vs kendilerini ve sistemi geniş kitlelere tanıtmalılar, kafalardaki soru işaretlerini ciddiyetle ve basitçe izah etmeliler.

İslami kurallar çerçevesinde yapılabilecek bankacılığın en güzelinin yapıldığına dair geniş bir kitle ikna edilmeyi bekliyor. Bu açıdan Türkiye Katılım Bankaları Birliği’ne çok görev düşüyor. Birliğin atıl yapısından sıyrılıp bir an önce aktif bir yapıya bürünmesi bu açıdan önem arz ediyor. Yoksa sayıları sadece dört olan katılım bankalarının her birinin üç yüz-beş yüz pazarlamacısının tanıtım ve pazarlama faaliyeti ile mevduat bankalarından pazar payı alabilmeleri, kendilerini geniş kitlelere tanıtabilmeleri çok zor…

Bankalar için çıldırma vakti

Yılın son çeyreğinde, özellikle de yılın son ayında bankalar çılgınca işler yapmaya başlıyorlar. Kendi aralarındaki rekabeti de son derece bozan işlemler oluyor bunlar genelde. Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı Vedat Akgiray tezgâh altı mevduat faizinin %12’ye çıktığını ifade etti. Piyasa ile az çok ilgili olan herkesin malumu, ilgililerin de en azından bildiklerini öğrenmiş olduk bu açıklaması ile. %12 faiz veren bankanın internet sitesine baktığımızda maksimum faizin %7,50 olduğunu görüyoruz.

Ancak parasını cebine koyup şubeye giden müşteriye, ilan ettikleri oranların çok çok üzerinde faiz veriyorlar. Yasak olmasına rağmen bu uzun bir süredir bu şekilde devam ediyor. Yılı olabildiğine yüksek mevduat toplayarak kapatıp bilançolarına makyaj yapıyorlar daha güzel görünmesi için bilançolarının. Ara sıra Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Başkanı sert çıkışlar yapıp sektörü azarlıyor ama bu azarlamaların bir yaptırım gücü olmadığı için çok da ciddiye alınmıyor gibi görünüyor.

Ülkemizde zaten maalesef sermayesi güçlü olan, bazı şeyleri pervasızca yapsa da otorite cesurca ceza vermeye çekiniyor. Bunu en son maaş ödemeleri konusunda aralarında anlaşıp rekabeti yok eden uygulamalar yapan bankalara verilen komik cezalarda gördük.

7 adet banka, rekabeti yok eden uygulamalarla aralarında sözleşme imzalamışken ve her şey bu kadar açık iken Rekabet Kurumu’nun normalde cirolarının %10’una kadar ceza verme yetkisi varken bunlara sadece cirolarının binde beşi kadar bir ceza kesebildi ki milyar dolar karlar elde eden bankalar için gerçekten çok komik kaçmıştı bu “ceza”lar.

Bankaların esas patronu Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu. Ama bankalara çeşitli alanlarda başka kurumlar da müdahale ediyorlar. Birden fazla kurumun bankalar üzerinde denetleme yapıp onlara cezalar kesebilmesi özellikle bankaların halkla ilişkilerindeki aksaklıklarının gözden kaçmasına neden olabiliyor. Dosya masraflarını şişirip, kredinin gerçek maliyetini gizleyerek hala sıfır faizli kredi verdiklerini iddia edebiliyorlar.

Bu tür şeyler yoğun şikâyetlere söz konusu olsa da yıllardır bu konuya eğilen, yanlış bilgilendirme ile haksız rekabete yol açan uygulamaların üzerine giden olamıyor maalesef.

Zararın neresinden dönülürse kardır düşüncesiyle en basitinden mevcut bir kurumun içinde bir kurul oluşturularak bankalar hakkında en azından gerçek kişi müşterilerden gelen şikâyetler hemen incelenmeli ve en kısa zamanda yaptırımı olan kararlar alınabilmelidir. Her biri bir avukatlar ordusu ile çalışan bankaların karşısında oldukça savunmasız kalan ve öyle ya da böyle bankalarla çalışmak durumunda olan kişilerin yanında yer almalıdır otorite.

Çok vergi veriyor, istihdam yaratıyor vs diye artık bankaların haksız uygulamalarına göz yumulmamalıdır. Önümüzdeki süreçte karlılık anlamında daha da zor yıllar geçirecek olan bankacılık sektörüne bu tarz sıkı denetimler artık elzem görülüyor.