30 Nisan 2011 Cumartesi

Bankaları zor günler bekliyor


Bu seferki zorluk küresel bir krizden ziyade kendi ülkemizin durumundan kaynaklanan tedbirlerden ötürü. Bunların en başında da ekonomik sistem için kötülüklerin başı kabul edilen cari açıktaki önlenemez ve korkutan artış. Cari açık kısaca ülkenin döviz gelirleri ile döviz giderleri arasındaki fark olarak özetlenebilir. Şahıs olarak basitçe giderimizin gelirimizden fazla olması durumundan pek farklı bir durum değil bu. Bizim de ülke olarak temelde ithalat ve kar transferlerinden kaynaklanan ülke dışına giden döviz tutarı yine temelde ihracat, turizm ve yurt dışındaki işçilerimizden gelen paradan fazla olduğu için cari açık tabir ettiğimiz bu tutar sürekli artıyor. Cari açık arttıkça, bu tutar büyüdükçe, kontrol edilebilir olmaktan çıkıyor ve bu durum ülke ekonomisi için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Geçtiğimiz yılın ilk iki ayı toplamında yaklaşık 6 milyar dolara yakın olan bu açık bu yılın ilk iki ayı sonunda ise katlanarak 12 milyar doları aştı.

İşin bankaları ilgilendiren boyutu da bundan sonra başlıyor. Giderlerimizden en önemli kalem petrol ürünlerine harcadığımız para. Petrol ürünlerinin fiyatları arttıkça enerji bakımından büyük ölçüde dışa bağımlı bir ülke olarak ödemek zorunda kaldığımız tutar da artmakta. Bu bizim kontrol edemeyeceğimiz ve tedbir alarak kısa vadede azaltamayacağımız bir harcama. Ancak diğer ithal malların ithalatını azaltabilmek için bazı tedbirler alınabilir. Otorite de bu yönde bir takım tedbirler almaya başladı. Bu tedbirler özellikle bankacılık sektörünün nefesini kesecek ölçüde sert. Öncelikle vatandaşın bankalara yatırdığı TL mevduatın Merkez Bankası’na yatırılması gereken oranları arttırıldı. Bu oran seri artırımlar başlamadan önce sadece %5-%6’lar civarındaydı ve üstelik bankalara bu paralar karşılığında faiz ödüyordu Merkez Bankası. Bu oran aylar içinde %16’ya kadar çıkarıldı ve artık bankalara Merkez Bankası’na yatırmak zorunda oldukları bu paralar için faiz ödenmemeye başlandı. Bununla yapılmak istenen temel şey bankaların sahip oldukları para miktarını azaltarak kredi vermelerini azaltmak idi. Çok kredi kullanımı çok tüketim, yeterli üretim yapamadığımız için de çok tüketim ithalat demek. Bankaların kredi vermelerini yavaşlatarak ve hatta azaltarak ithalat frenlenmek isteniyor. İthalat frenlenince de hesaplara göre yurt dışına giden döviz miktarı azalacak ve cari açık kısmen de olsa kontrol altına alınabilecek.

Bu hesabın tutup tutmayacağını şimdiden söylemek zor. Ancak erken bir gözlemle mevcut durumun hiç de arzu edilen şekilde gelişmediği söylenebilir. Bankaların kredi hacimleri geçen yıl ikinci ay sonu itibarıyla 405 milyar TL iken bu yılın ikinci ayı sonunda ise 550 milyar TL’yi aştı. Mevduatın maliyetinin artış trendine girmesi, kredi oranlarında ise bankaların gözle görülür bir artış yapmaması bankaların karlılıklarını oldukça düşürmeye başladı. Bu yılın şubat sonu karlılıkları ile geçen yılın şubat sonu karlılıklarına bakıldığında bankacılık sektörünün karı 3,5 milyar TL’den, artmak bir yana, 3 milyar TL’ye düştü.

Henüz erken de olsa, bu haliyle alınan tedbirlerin kredi hacmini ve beklendiği gibi ithalatı, cari açığı azaltmayacağını, sadece bankaların karlılığını düşüreceğini söylemek mümkün. Seçim dolayısıyla şimdilik sadece bankacılık sektörüne getirilen ve onlar için can yakıcı olan buna benzer tedbirleri seçimden sonra diğer sektörlerde de görmek sürpriz olmayacaktır.

23 Nisan 2011 Cumartesi

“Beni ispiyonlar mısınız?”


Kayıt dışılığın hayli yüksek olduğu ülkemizde bankacılara sorulan yahut sorulmak istenilen sık sorulardan biridir: “para yatıracağım, para transferi yapacağım ama bunu Maliye’ye bildirmek zorundaymışsınız diye duydum, doğru mu?”

Bankalar hakkında söylenebilecek ilk özellik bu kurumların bir güven müessesesi olduğudur, olması gerektiğidir. Müşterinin işlemleri hakkında müşterinin onayı olmadan hiç kimseyle ve hiçbir kuruluşla bilgi paylaşımı yapılmaz. Bunun istisnaları hakkında şunları söyleyebiliriz. Uygulamada durum şöyledir: ortada apaçık bir kanuni suç yok ise banka müşterinin işlemleri hakkında durduk yerde hiç kimseye hiçbir kuruluşa bilgi vermez. Ancak yetkili resmi bir merciden yazılı bir şekilde bilgi istendiğinde hesaplar hakkında bilgi verilir. Resmi bir merciden talep gelmediği halde bankaların bildirim yaptığı istisnai bir durum vardır. Bankalar özellikle hesaba yatan paraların bir suç işlenerek kazanıldığından şüphelenir ise bu işlemi derhal Maliye Bakanlığı’na bağlı Mali Suçları Araştırma Kurulu’na (MASAK) bildirmek zorundadırlar. Nitekim geçtiğimiz 2010 yılında bankalar yaklaşık 10 bin adet şüpheli işlemi MASAK’a bildirdiler. Kurul, gelen bildirimleri tek tek inceleyerek gerekli aksiyonları almaktadır.

En çok karşılaşılan yanlış algılama ise bu Kurul’un sadece vergi kaçıran kişilerin-kurumların takibatını yaptığının sanılmasıdır. MASAK’ın temel iki görevi, temel stratejik hedefi vardır. İlki, suç gelirlerinin aklanmasını önlemek, ikincisi ise terörün finansmanını önlemektir. Bu durumda bankalar müşterinin parasal işlemlerine konu olan bu paranın bir suç işlenerek elde edildiğinden şüpheleniyorsa, söz gelimi eroin ticaretinden, silah kaçakçılığından, baskı ve korkutma yoluyla kazanıldığından şüpheleniyorsa, bildirim yapmak zorundalar. Genelde de bankalar şu durumlarda Mali Suçları Araştırma Kurulu’na bildirim yaparlar: Dikkat çekecek biçimde yüksek tutarlı nakit çekme veya yatırma işlemlerinde bulunulması. Milyonlarca TL’nin çantalarla çuvallarla şubeye getirilerek yatırılmak istenmesi gibi. Müşterinin mali profili ile gerçekleştirdiği işlem arasında makul bir ilişki veya orantının bulunmaması durumunda da banka bu işlemi MASAK’a bildirmek zorundadır. Daha önce öğretmen olduğunu beyan etmiş bir müşterinin milyonlarca TL hesap hareketi olması gibi. Müşterinin beyanları, ibraz ettiği belgeler, davranışları ile fiili durum arasında tutarsızlıklara rastlanılması, makul açıklaması bulunmayan işlemlerin gerçekleştirilmesi durumunda da banka bu işlemleri bildirmek zorundadır.

Bunların haricinde bankalar her müşteri profili için makul sayılabilecek meblağların vergisinin ödenip ödenmediği ile ilgili bir takibat yapmazlar, bu tür sıradan işlemleri de vergi dairelerine vs bildirmezler. Sadece herhangi bir nedenle yetkili resmi mercilerden gelen yazılı bilgi taleplerine cevap vermek zorundadırlar.

15 Nisan 2011 Cuma

Bireysel Emeklilik Sistemi (BES)


Daha önceki bir yazımızda kısaca bahsettiğimiz Bireysel Emeklilik Sistemi hakkında geçtiğimiz günlerde önemli bir gelişme oldu. Esasında önemli bir çarpıklık giderilmiş oldu bu düzenleme ile. Türk Vergi Sistemi duayeni hocam Prof. Dr. Şükrü Kızılot’un yıllardır yazılarıyla, konuşmalarıyla gündemde tutup bu çarpıklığın giderilmesine dair çabaları sonuç vermiş oldu sonunda. Sisteme girip 10 yıl prim ödeme süresini doldurmadan sistemden ayrılanlardan kesilen %15 stopajın anaparadan kesilemeyeceğine hükmetti son karar merci olan Danıştay. Resmi Gazete’de de yayımlanan bu kararın önemi büyük. Bu kararın ne ifade ettiğini basit bir örnekle açıklamak gerekirse, 5 yıl boyunca aylık 200 TL prim ödeyen birinin 12 bin TL anaparası birikir, %30 da portföy getirisi olduğunu varsayarsak 3 bin 600 TL ile birlikte toplam 15 bin 600 TL birikimi olur. Kişi bu sürenin sonunda Bireysel Emeklilik Sistemi’nden ayrılmak istediğinde biriken 15 bin 600 TL toplam tutar üzerinden %15 stopaj kesiliyordu. Danıştay’ın bu kararından sonra 12 bin TL anaparadan her hangi bir kesinti yapılamayacak, sadece portföy getirisi olan 3 bin 600 TL’den kesinti yapılacak. Bugüne kadar bu örnekteki gibi bir katılımcıdan sistemden 10 yıldan önce ayrılmak istediğinde yaklaşık 2 bin 400 TL stopaj kesilirken bundan sonra sadece yaklaşık 550 TL kesilecek.

Bunun sistemden ayrılışı, teşvik edici denemese bile, kolaylaştırıcı bir etkisi olacağı tartışmalı. Esasen uzun soluklu bir tasarruf aracı olması planlanan sistemden ayrılmayı kolaylaştırıcı bir uygulama gibi de yorumlanabilir bu karar. Otorite mahkeme kararına direnmeyecektir ancak sistemden erken ayrılma durumunda başka yaptırımlar getirmesi de mümkün.

Bireysel Emeklilik Sistemi hakkında bu sisteme girmeli miyim, avantajım olur mu yoksa bu da bir çeşit kandırmaca tuzak mı gibi sorular çok sık karşılaştığımız sorular. Bu sorulara verilebilecek en özet cevap şudur: Bu sisteme girmek için iki nedeniniz olmalıdır. İlki, bu sistemin en büyük avantajı vergisel avantajdır. Şayet kayıt altında maaşlı bir çalışansanız, yahut tüm ekonomik faaliyetleri kayıt altında olan ticaretle uğraşan bir kişiyseniz vergisel avantajdan yararlanmak için bu sistem dünyanın hiçbir yerinde olmayan vergisel avantajlar sunmaktadır, sistem dışında kaldığınız her ay zararınızadır. Sisteme girmek için ikinci ve son neden, düzenli bir geliriniz olduğu halde düzenli olarak tasarruf edemiyor musunuz, maaşınızdan gelirinizden her ay az ya da çok belli bir miktarı biriktiremiyor musunuz, düşünmeyin, bu sisteme girin. Bu iki nedene de sahip değilseniz, yani kayıt altında çalışmayıp vergisel avantajdan da yararlanamayacaksanız yahut ne olursa olsun zaten her ay düzenli olarak az çok kendiniz birikim yapabiliyorsanız bu sisteme girmeyin. Sistemin güvenilirliğinden endişeniz olmasın, sistem Türkiye Cumhuriyeti Hazine Müsteşarlığı ve Sermaye Piyasası Kurulu tarafından kontrol edilmekte ve denetim altında tutulmakta. Siz sadece yukarıda belirttiğimiz üzere kendi durumunuzun sisteme uygun olup olmadığını belirleyin ve kararınızı ona göre verin.

Sistem hakkında ayrıntılı bilgileri Emeklilik Gözetim Merkezi internet sitesinden edinebilirsiniz (egm.org.tr)

9 Nisan 2011 Cumartesi

Bankalara yolunuz düşüyorsa bu ekranı mutlaka kullanın…

Bankaların ürün ve hizmetlerinin fiyatlamasında çok farklı farklı rakamlarla karşılaşmak mümkün. Yılda 70 TL hesap işletim ücreti alan bankanın yanı sıra hiç hesap işletim ücreti almayan banka da var. Aynı ürünlerin aynı hizmetlerin fiyatları arasında %100’ü aşan meblağlar çok yaygın.

Ürün ve hizmetlerin birçoğunda keyfi bir fiyatlama yapmak bankaların kanunen hakları. 2006 yılına kadar kredi kartlarında da aynı durum söz konusuydu ki Merkez Bankası müdahale edip kredi kartlarında azami faiz oranları belirlemeye başladı. O tarihten bu yana kredi kartlarındaki faiz oranları bir nebze dizginlenebilmiş oldu ancak geçen hafta bahsettiğimiz üzere başta Kredili Mevduat Hesapları olmak üzere otoritenin el atması gereken düzenlemesi gereken birçok husus var. Otorite müdahale etmeyip düzenleme yapmadıkça bankaların hizmet ve ürünlerinde fahiş fiyatlamalarından kurtulmak oldukça zor görünüyor.

Aynı yahut benzer ürün ve hizmetleri daha makul fiyatlarla sunan bankalar varken pahalısını kullanmak durumunda kalanların ve bundan şikâyetçi olanların belki şimdiye kadar haklı sayılabilecek bir mazeretleri vardı. Bu mazeret çok sayıda banka ve çok farklı sayıda ürün hizmetin fiyatlarını güvenilir bir şekilde karşılaştırma yapmak imkânının olmayışıydı. Geçtiğimiz günlerde çok önemli bir gelişme oldu ve bankaların patronu olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), 1 Nisan’dan başlamak üzere tüketicilerin bu ihtiyacını giderecek bir ekranı kullanıma açtı. Başlangıç olarak ilk 3 ay boyunca test amaçlı kullanılacak bu ekran 1 Temmuz 2011’den itibaren kesin bilgilerle faaliyete devam ediyor olacak. Türk Bankacılık Sisteminde faaliyette olan tüm mevduat bankalarının, katılım bankalarının ve yatırım bankalarının para transferlerinden kiralık kasalara, hesaplardan kesilen ücretlerden ATM kullanım ücretlerine kadar hemen hemen her kalemde tüketicilerden ne kadar masraf-komisyon aldıkları bilgisine bu ekrandan ulaşılabileceğiz. Tüm bankaları, verdikleri hizmetlerin ve sundukları ürünlerin fiyatları konusunda birbirleriyle kıyaslama yapmak imkânını tüketicilere sunmuş oluyor BDDK bu uygulama ile. Bankaların burada yayınlanan fiyat ve oran bilgilerinin kesinlikle en güncel ve doğru veriler olması tüketicilerin bankalarla olan ilişkilerinde çok önemli bir basamak olabilir.

BDDK, Merkez Bankası’nın 2006’da kredi kartı faizlerine müdahale ettiği gibi bankaların diğer ürünlerdeki ücret ve faizlerine direkt müdahale etmiyor. Ancak bu uygulamanın tüketicilerin kullanımına açılması, tüketicilerin banka-ürün kullanım alışkanlıklarını zamanla onlara sorgulatabilir. Şimdilik BDDK’nın bankaların fiyatlamalarıyla ilgili yapacağı şey bununla sınırlı kalacak gibi. Bundan sonrası tüketicilerin bilinçlenip kaliteli hizmeti ve ürünleri makul fiyatlarla sunan kurumları tercih etmelerine kalıyor.

http://ebulten.bddk.org.tr/TuketiciVerileri/Comp/Comp.aspx

1 Nisan 2011 Cuma

KMH’lar kredi kartlarına rahmet okutacak


2001 krizini takip eden yıllarda çok fazla sayıda kredi kartı mağduru vatandaşımız büyük zorluklar yaşadılar. Merkez Bankası’nın henüz kredi kartı faizlerini sınırlamadığı zamanlarda, zaten insafsız olan piyasa faizlerinin 2-3 katı faizi bankalar kredi kartlarına -%8’e yakın aylık faiz- işlettiler ve işinden gücünden olmuş kredi kartından nakit çekmek zorunda kalmış çok kişinin hayatlarını zora soktular.

2006 yılına kadar yetkili merciler bütün olanları tabiri caizse sadece seyrettiler. Çok canlar yandıktan sonra nihayet 2006 yılında kredi kartları kanunu çıkarıldı. Bu kanunla sektör lideri bankaların aralarında gayrı resmi şekilde anlaşarak keyiflerince belirledikleri faiz oranlarına dur denmeye başlandı ve 2006 yılından beri kredi kartı faizleri aylık %5,75’ten başlayarak düşürülmeye başlandı. En son geçtiğimiz 24 Mart’ta bu oranları %2,12’ye düşürdü Merkez Bankası. Kredi kartı faizlerinin düşmesi bankaları bundan sonra kredi kartlarından daha da yüksek yıllık ücretler almaya itecek. Bugün 50 milyona dayanan kredi kartlarından bankaların ciddi tutarlarda yıllık üyelik ücreti almaya başlamasının 2006’daki kredi kartları kanunun çıkış sürecine denk gelmesi tabi ki tesadüf değil. Faiz oranları düşmeye başlar başlamaz akla gelen ilk çözümdü kartlardan yüksek tutarlarda “yıllık üyelik ücreti” alınması.

Merkez Bankası, kanundan kaynaklanan yetkisini tüketiciyi korumak amaçlı elinden geldiğince kullanmaya çalışıp kredi kartı faiz oranlarını düşürse de bankalar bunu telafi etmek için iki tür çıkış yolu stratejisi izliyorlar. Bu iki strateji temelde kredi kartlarını farklı şekilde kullanan iki grup tüketiciye göre şekilleniyor. İlki, bankaların en sevmediği kart kullanıcılarına, yani kredi kartlarını sadece ödeme amacıyla kullananlara yönelik. Her ay kredi kartını kullanıp dönem sonunda harcadığı tutarın hepsini ödeyenlerden yüksek kart ücretleri alınmaya devam edecek. İkinci strateji ise bankaların en sevdiği müşterilere, yani karttan harcama yapıp, harcadığı tutarın hepsini ödeyemeyenler ve bunu zaten kredilendirdiği yetmiyormuş gibi karttan nakit çekim yapanlara yönelik. Bankalar “nakit çekim ücreti” ile düşük gibi görünen faizlere gizli maliyet bindirseler de bu tüketici grubunu Kredili Mevduat Hesaplarına (KMH) yönlendirmeye çalışıyorlar yoğun şekilde.

Otorite, kredi kartları faizlerini sınırlandırmış olsa da bugün kredili mevduat hesaplarının faizlerini bankalar tamamen keyiflerince belirliyorlar. Daha doğrusu bankacılık sektöründeki hizmet fiyatlamasına temel teşkil eden lideri izleme stratejisi uygulanıyor. Yani büyük bankalar neredeyse yıllık enflasyon oranı kadar faizi sadece 1 ayda kredili mevduat hesabından nakit çeken müşterilerden tahsil ediyorlar. Büyük bankaların belirlediği bu insafsız oranlar da diğer orta ve küçük bankalara örnek teşkil ediyor ve neredeyse tüm bankalar bu yüksek oranları uyguluyorlar. Bu insafsız uygulama otorite dur diyene kadar, tıpkı kredi kartlarında olduğu gibi, maalesef sürecek gibi görünüyor.

Hazine’ye yük olan bankalardan kurtulduk derken…

Hazine Müsteşarlığı’nın görev tanımlarından en çok bilineni sanırım yabancı ülkelerden ve kuruluşlardan Türkiye Cumhuriyeti adına borç alıp bunların geri ödeme sürecinin yönetilmesidir.

Bu süreçte Hazine’nin sürekli borçları gündeme gelirken alacaklarından ise nedense pek bahsedilmez. 21 Mart Pazartesi günü T.C.Hazine Müsteşarlığı Şubat sonu itibarıyla alacak verilerini yayınladı. Hazine’nin alacağı halkın alacağı, Hazine’nin borcu halkın borcudur, bizim borcumuzdur.
Yayınlanan son güncel verilerden görüyoruz ki, zamanında banka kurup halktan topladıkları mevduatı kendi şirketlerine aktaranların halka iade etmesi gereken paraları nasıl hazineye yük olduysa şimdi de belediyeler hazineye yük olmaya başladı. Doğrudan Hazine’den borç alıp yahut Hazine kefaleti ile yurtdışından borçlanıp bu borçlarını ödemeyen belediyelerin tüm bu borçlarını Hazine ödüyor, hepimiz ödüyoruz.

Bu sistem o kadar rayından çıktı ki ödemek için yıllardır uğraştığımız didindiğimiz IMF’ye olan borçlarımız kadar bir parayı 10-15 belediye hazineye borç olarak “taktı”. Evet, Hazine’nin IMF’ye kalan borcu kadar da sadece 10-15 belediyeden gecikmiş alacağı var. Belediyeler yükümlülüklerini yerine getirip Hazine’ye bu gecikmiş borçlarını ödeseler o parayla IMF borcumuz bugün sıfırlanmış oluyor.

Hazine’ye gecikmiş borcu olan belediyelerin başında ASKİ’siyle EGO’suyla Ankara Büyükşehir Belediyesi geliyor, 5 milyar TL’ye yakın hazineye gecikmiş borç var. İzmit Belediyesi’nin 2 milyar TL’ye yakın gecikmiş borcu var Hazine’ye. Didim Belediyesi’nden Bandırma Belediyesi’ne bunun gibi on kadar belediyenin daha, ama az ama daha çok, Hazine’ye gecikmiş borcu var. Bunlardan belki meblağı düşük olanlar borçlarını ödeyebilir ama artık Milyar TL seviyesine ulaşmış olanların borçlarını ödeyemeyeceği malum.

Bu belediyelerin Hazine’den alıp veya Hazine’yi kefil gösterip yurt dışından alıp ödemediği bu borçlarının hepsini maalesef Türkiye’nin dört bir yanındaki esnaf, ücretli çalışan, emekli… vergileriyle ödeyecek.
Yıllarca Hazine’nin sırtına yük olmuş bankalardan kurtulduk derken bazı belediyeler zamanın bankalarını aratmayacaklar gibi görünüyor. Daha yakın geçmişte fona devredilen bankaların milyarlarca borcunu bu halk ödedi vergileriyle. Artık kimse kimsenin borcunu ödemek zorunda kalmasın.

2010’da hangi banka ne yaptı?

Bankaların bağımsız denetim raporları –HSBC hariç- geçtiğimiz hafta açıklandı. Şube sayısı 100’ün üzerinde olan toplam 17 adet mevduat ve katılım bankalarının verileri incelendiğinde Fortis, ING, Denizbank, Bank Asya ve Vakıfbank hariç hepsinin net karlılıklarını arttırdığını gördük. (Konsolide olmayan finansal tablolara göre) Net kar performanslarına göre bankalar incelendiğinde, şube başına 2 milyon TL net karı geçebilen altı banka oldu, sırasıyla: Garanti, Akbank, Halkbank, bir zamanların rekor zararlar açıklayan kamu bankası Ziraat Bankası, İş Bankası ve Yapı Kredi. Şube başına 1 milyon TL net karın altında kalan ise beş banka oldu 2010’da, bunlar: Fortis, ING, Şekerbank, TEB ve Denizbank. Şube başına 1 milyon TL ile 2 milyon TL net kar elde eden ise altı banka oldu, sırasıyla: Vakıfbank, Finansbank, Bank Asya, Albaraka, Kuveyt Türk ve Türkiye Finans.

Karlılık miktarı ve bunun artışı/azalışı kadar bu karlılığın esas kaynağını gösteren faaliyet gelirleri/giderleri toplamı da banka kar performanslarının ölçümünde önemli ve mutlaka detaya inilmesi gereken bir kalem. Bankanın esas faaliyet konularından para kazanıp kazanmadığının tespiti, görünen karlılığın esas kaynağına odaklanılması açısından bankaların faaliyet gelirlerindeki giderlerindeki değişimler dikkatle incelenmekte. Bu değişimler açısından bankalara baktığımızda 17 mevduat ve katılım bankasından sadece 7 tanesinin faaliyet gelirlerini arttırabildiğini, 10 tanesinin ise faaliyet gelirlerinin 2009’a göre gerilediğini görüyoruz. Faaliyet gelirlerini artırabilenler sırasıyla Halkbank, Kuveyt Türk, TEB, Yapı Kredi, Finansbank, Albaraka ve Vakıfbank.

Bankaların topladığı altın miktarlarında da önemli bir artış oldu 2010 yılında. 2009 sonunda 1,2 milyar TL’lik altın varken bankalarda, 2010 sonunda altın miktarı katlanarak 2,5 milyar TL’ye yaklaştı. Bu artışın bir kısmı altının değer artışından kaynaklanmış olsa da fiyat artışı etkisini sıfırlarsak miktar bazında baktığımızda bankalardaki altının ton bazında yaklaşık %50 arttığını söyleyebiliriz. Böylece bankalardaki altının değeri -resmi kuruluşların mevduatını çıkardıktan sonra- tüm mevduatın binde 4’üne ulaşmış oldu. Altın bankacılığında en iddialı bankalar 473 milyon TL’lik altınla Halkbank, 469 milyon TL’lik altınla Garanti, 452 milyon TL’lik altınla Kuveyt Türk, 344 milyon TL’lik altınla Yapı Kredi ve 336 milyon TL’lik altınla İş Bankası ön plana çıkıyor. Bu sayılan bankalar, sektördeki tüm altının yaklaşık %83’üne sahipler.

2011 kredilerde frene basılan bir yıl olacak. Dahası, kullandırılabilen kredilerden elde edilecek gelirler de çok düşük olacağı için bankaların toplam net karlılıklarında gerilemeler görmek sürpriz olmayacak. Bunu telafi edebilmek için bankaların Bireysel Emeklilik, POS, Kredili Mevduat Hesapları gibi karlı ürünlerin satışına ağırlık vereceklerini ve kredi kartı, hesap işletim ücreti gibi gelir kaynaklarına daha fazla eğileceklerini öngörmek mümkün.