30 Haziran 2011 Perşembe

İslâm Âlemi ne âlemde?


Daha önceki bir yazımızda ülkeler arası sıralamalarda nerelerdeyiz sorusuna cevap vermiştik. Belli başlı ekonomik ve sosyal göstergelere bakıldığında ülkemizin tüm dünya ülkeleri sıralamasındaki yerini görmüştük. Gevşeyen Avrupa Birliği üyesi olma isteğimizin ardından yarı ciddi yarı blöf amacıyla sırtımızı Batı dünyasına, yüzümüzü İslam dünyasına çevirdik. Eksen kayması tartışmalarının temelinde yatan bu politika değişikliği ile İslam dünyasının önemli bir ülkesi haline geldiğimiz muhakkak. Bu coğrafyada çoğu ülke vatandaşlarının yaşanılası bir ülke olarak gördüğü ülkemizi bazı önemle kalemlerde bu ülkelerle karşılaştıralım. Ne durumdayız sorusuna geçen yazımızda olduğu gibi tüm dünya ülkeleri bazında değil de sadece İslam ülkelerini baz alarak bir karşılaştırma yapalım. Bu vesile ile “en”lerin İslam ülkeleri hangileri tanıyalım.

Öncelikle bakacağımız veri ülkelerin nüfusları. Nüfus, doğru kullanıldığında üretim için, kalkınma için en büyük güç. Üretime değil de tüketime kanalize edilen bir nüfus ise sefaletten başka bir şey getirmiyor. 2010 yılı verilerine göre, Endonezya (240 milyon), Pakistan (174 milyon), Nijerya (158 milyon), Bangladeş (150 milyon), Mısır (81 milyon) ve İran’ın (74 milyon) ardından yaklaşık 73 milyon ile dünyada en çok nüfusa sahip 7. ülkeyiz. Bu nüfus, İslam Konferansı Örgütü’ne üye 57 ülkeden yaklaşık yarısının nüfusunun toplamına eşit.

İslam ülkelerindeki insanların beklenen yaşam sürelerine bakıldığında ise en uzun yaşam sürelerinin en zengin ülkelerde olduğunu görüyoruz tabi ki. Katar ve Brunei 78 yıl ile insanların en uzun beklenen yaşam süresine sahip ülkeler. Türkiye 57 ülke arasından 73 yıl ile sıralamada 13. oluyor. Listenin sonlarındaki Sierra Leone, Afganistan, Çad ve Mozambik gibi fakir İslam ülkelerinde ise insanların ortalama yaşam süreleri sadece 45 ile 50 yıl arasında değişiyor.

Bakmamız gereken önemli bir veri de ülkelerin Gayrı Safi Yurtiçi Hâsıla’ları (GSYH). Çok kabaca ifade etmek gerekirse GSYH, üreten kişinin/kurumun milliyetine bakmaksızın, yerli yabancı ayrımı yapmadan, bir ülke sınırları içinde bir yılda üretilen nihai mal ve hizmetlerin parasal değeridir. Gayrı Safi Yurtiçi Hâsıla dediğimiz bu rakam ne kadar büyük ise ülkede o kadar çok üretim yapıldığı, o ülkenin ekonomik anlamda o kadar güçlü olduğu, refah düzeyinin de o kadar iyi olduğu genel kabul görmüştür. Bu önemli sıralamada ise ülkemiz 741 milyar Dolar ile listenin başında yer alıyor. Bu rakam 57 İslam ülkesi arasında 42 ülkenin rakamının toplamından fazla. Endonezya 511 milyar Dolar, Suudi Arabistan 468 milyar Dolar, İran ise 347 milyar Dolar ile bizi takip eden ülkeler. Listenin dibinde ise genellikle çoğumuzun ismini bile duymadığı 1 - 2 milyon nüfusa sahip küçük orta Afrika ülkeleri yer alıyor. 1,5 milyonluk nüfusunun yarısı Müslüman olan Guinea-Bissau, hemen hemen hepsi Müslüman olan 1 milyon nüfuslu Cibuti vb gibi...

İslam ülkelerinde kişi başına düşen yıllık gelirlere bakıldığında (halkı en zengin ülkeler) 89 bin Dolar ile Katar ilk sırada, 64 bin Dolar ile Birleşik Arap Emirlikleri ikinci ve 58 bin Dolar ile Kuveyt üçüncü sırada. Ülkemiz bu sıralamada 10 bin Dolar ile dokuzuncu sırada yer alıyor. Halkı en fakir olan, kişi başına düşen yıllık gelirin 400 Dolar’dan bile az olduğu ülkeler ise Somali, Nijer, Tacikistan ve Guinea-Bissau. Toplamda 20 İslam ülkesindeki yıllık kişi başı gelir 1,000 Dolar’ın altında..

Avrupa gibi refahın paylaşıldığı bir coğrafya değil İslam coğrafyası. Sadece fakirliğin paylaşıldığı bir coğrafya da değil. Bir yanda gelişmiş Avrupa ülkelerinden bile fazla zenginlik içerisindeki ülkeler, insanlar; diğer yanda açlıkla, yoklukla, diktatörlerle mücadele eden insanların ülkelerinden müteşekkil zor bir coğrafya ve biz bu iki zıt dünyanın ortasında yerimizi arayan bir ülkeyiz.

(Tüm verilerin kaynağı İslam Konferansı Örgütü’ne bağlı İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik, Sosyal Araştırmalar ve Eğitim Merkezi’dir: sesric.org )

21 Haziran 2011 Salı

Ya hemen harca, ya da bekle


İki hafta önceki yazımızda “seçimden sonra zam yağmuru mu var” sorusunu gündeme getirip cevabını vermiştik. Evet, zamlar olacak ancak bunlar iğneden ipliğe her kalemde olmayacak demiştik özetle. Seçim sonuçları heyecanının yatışmasından sonra şimdi ortalık daha net. Zam-vergi artışı olmayacak denmesine rağmen bazı kalemlerde doğrudan yahut direkt artışların olacağı kesinlik kazandı denilebilir. Artışlar vergileri arttırmak suretiyle mi olacak, yoksa satın alınan ürünleri büyük ölçüde finanse eden banka kredilerinin maliyetleri arttırılarak, bu zamlar mümkün olan en az şekilde hissedilecek şekilde mi olacak? Şimdi konuşulan hangi kalemlerde tedbirlerin ne şekilde alınacağına yönelik.

İlk düzenlemenin otomotiv sektöründe olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu yılın ilk beş ayında satılan her 100 otomobilden 60 tanesi ithal otomobil oldu. Beş yıl aradan sonra otomotiv sektöründe ithalat ihracatı geçti. Yani Türkiye’de üretilen (aslında büyük ölçüde sadece montajı yapılan) araçları yurt dışına satıp ülkeye kazandırdığımız para, yurt dışında üretilmiş araçlara ve parçalarına gönderdiğimiz paranın altında kaldı. Esas sıkıntımız cari açık olduğuna göre yurt dışına giden her kuruşun kısılması için ithal malların satışı frenlenecek. Otomobil de bu kategoride ilk sırada yer alıyor. Piyasaya bu yönde en rahat müdahale banka kredilerinin maliyetlerini arttırılarak yapılıyor. Bu yüzden araç kredilerinden alınan vergi arttırılarak taşıt kredilerinin oranları yükseltilecek, kredi ile araç almayı planlayanlar bu maliyet artışı yüzünden araç alımlarını bir kere daha gözden geçirmek durumunda kalacaklar. Kredi ile işim olmaz, para biriktirip nakit alırım diyenleri de bu fikirlerinden caydırabilmek için tüm araçlarda, özellikle de ithal araçlarda ÖTV artışı mutlaka gündeme gelecektir. Sıfır araçlarda başlayan fiyat artışı dalgası ikinci ele de mutlaka yansıyacaktır. Yakın zamanda otomobil almayı planlayanların acele etmesinde fayda var..

Konut alımlarında kredi kullanımı epey yaygın. 2010’un Nisan ayı sonu itibarıyla 47 milyar TL olan konut kredileri bu yılın Nisan sonunda tüm önlemlere rağmen % 38 artarak 65 milyar TL’yi aştı. Bu kalemde getirilmesi muhtemel düzenleme de konut kredilerine vergi konulması. Şu an konut kredilerinden her hangi bir vergi alınmıyor. Diğer bireysel kredilerde olduğu gibi kullanılan kredinin en az % 15’i kadar (mevcut KKDF oranı) bir vergi konut kredileri için de söz konusu olabilir. İlaveten, satın alınmak istenilen konutun eksper değerinin en az % 25’inin satın alan tarafından peşin ödenmesi zorunluluğunda oran arttırılabilir. Şu an telaffuz edilen peşinat oranı % 40. Böylece bu iki önlemle konut kredisi kullanmak isteyenlerin satın alma istekleri ve satın alma güçleri frenlenmiş olacak.

Tüketicileri en çok etkileyecek muhtemel bir tedbir de kredi kartlarına getirilecek azami taksit sayısı olacaktır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu yetkililerinin zaten epeydir her fırsatta sınır getirilmesi gerektiğini ifade ettikleri taksit sayıları bu defa kısıtlanacak gibi görünüyor. Artık 18 taksit beyaz eşya, 24 taksit mobilya vs gibi taksitlendirmeler olmayacak. Satın alma gücü olmayan kişilerin dahi taksitlere güvenerek harcama yapmaları yahut bu taksitli satışların kolaylığı ile en pahalısından lüksünden satın almalar frenlenecek bu tedbirle. Özellikle beyaz eşya sektörünün itirazları var bu konu ile ilgili ama bu itirazların ancak kademeli kısıtlamayı sağlamaktan öte geçemeyeceği düşünülüyor. Önce azami 18 taksit, 2012’den sonra azami 12 taksit.. gibi bir düzenlemeye gidilebilir bu itirazlar da göz önüne alınarak.

Çoğu dolaylı denebilecek bu tedbirlerden başka, bazı ithal mallara getirilecek doğrudan vergi artışlarıyla bunlara olan talep kısılmaya çalışılacaktır. Burada görülebilecek ilk vergi artışı, zaten sektöre malum, tekstil ürünlerinde olacaktır. Bununla da “ithal olanı değil, yerlisini kullan” yönlendirmesi yapılmış olacak.

Peki tüm bu tedbirler niçin? En özet cevap, ülke olarak döviz giderimiz döviz gelirimizden fazla olduğu için. Basit önlemlerle mal ihracatımızı, turizm gelirlerimizi vs bir an önce arttırıp bu açığı (meşhur cari açık) kapatamayacağımız için, tüm vatandaşlardan harcamalarını kısması isteniyor ki yurt dışına daha az para göndermiş olalım. Özellikle direkt ithal edilmiş malların yahut aslında önemli ve pahalı parçaları yurt dışından satın alınarak burada sadece montajı yapılmış “çakma yerli mallarının” satın alınmasından caydırılmak isteniyor tüketiciler. Tedbirler sadece bunlarla sınırlı kalmayacak, önümüzdeki haftalarda bunlar sıklıkla konuşuluyor olacaktır.

15 Haziran 2011 Çarşamba

Türk Hava Yolları’na nazar mı değdi?


Son zamanlarda dünya çapında başarılı sponsorluk anlaşmalarıyla sürekli gündemde olan Türk Hava Yolları 1933 yılında kurulmuş gözbebeğimiz bir kuruluş. % 51’i halka açık, kalan % 49’u Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın. Başarılı ortaklıklar, beğenilen dünya çapında reklamlar, takdir edilen sponsorluk anlaşmaları gayet güzel. Dışarıdan bakıldığında ilk izlenim olarak çok başarılı görünen durum biraz irdelenince aslında şirket için alarm zillerinin çaldığı söylenebilir.

15 bin personel ve 160 yolcu uçağı ile faaliyet gösteren Türk Hava Yolları’nda bu yılın ilk üç ayında yolcu doluluk oranı % 67’de kaldı. Yani tüm uçuşlarda tüm uçakların neredeyse üçte biri boş kaldı. Oysa Uluslararası Hava Taşımacılığı Örgütü’ne üye havayollarının yolcu doluluk oranı geçen yılın aynı dönemine göre düşmesine rağmen % 75 olarak gerçekleşti.

Şirketin finansal tablolarında gidişatın pek de parlak olmadığı kolaylıkla görülebiliyor. Sermaye Piyasası Kurulu düzenlemelerine göre hazırlanmış tablolara bakıldığında 2009 yılını 559 milyon TL kar ile kapatan THY’nin net karının 2010’da 286 milyon TL’ye düştüğü görülüyor. Bu yılın ilk çeyrek verilerine göre ise şirket 332 milyon TL zarar etti. Şirketler için kritik bir kalem olan kısa vadeli borçlar ise 2009 yılına göre % 60 artarak 3 milyar TL’yi aştı…

Bu ve buna benzer diğer pek çok verilerle şirketin halka açık %51’lik kısmının hisse senetlerine yatırım yapan yatırımcılar da zarar etmeye başladılar haliyle. Yılı 5,40 TL’den kapatan THY’nin hisse senetleri dün itibarıyla yılbaşına göre % 23 değer kaybederek 4,16 TL’den işlem görüyordu.

Avrupa’nın dördüncü büyük havayolu şirketi, yurt içinde 41, yurt dışında 134 noktaya uçuş yapabilmeye başlamış kaliteli ve milli bir şirketimiz THY. Yaptığı sponsorluk anlaşmaları ile reklamlarla yurt dışında ülkemizi çok güzel tanıtıyor. Dünyaca ünlü futbol takımları Barcelona ve Manchester United ile sponsorluk anlaşmaları devam ediyor. Bu yıl da Ukrayna’nın en önemli futbol kulübü Shakhtar Donetsk ve Hollanda’nın ünlü futbol kulübü Ajax ile sponsorluk-reklam anlaşması gerçekleştirdi. Yunanistan’ın en başarılı basketbol kulüplerinden Maroussi Basketbol Kulübü ile sponsorluk anlaşması, Avrupa basketbolunun kulüpler bazında en büyük organizasyonu olan Euroleague’in isim sponsorluğu, Avrupa`nın Euroleague’den sonraki ikinci büyük organizasyonu olan Eurocup`ın da Global Sponsorluğu, Yeni Zellanda’dan Çin’e kadar Dünyanın dört bir yanında yapılan ve en prestijli golf turnuvalarından biri olarak kabul edilen Avrupa Bayanlar Golf Turnuvası’nın Türkiye ayağının ana sponsorluğu gibi reklam sponsorluk anlaşmaları son derece başarılı işler. Ancak artık bunları finansal tablolara da yansıtmanın zamanı geldi. Ne olursa olsun, yılı milyonlarca TL ile zararla kapattıktan sonra bu tür anlaşmaların da artık devam edemeyeceği çok açık.

8 Haziran 2011 Çarşamba

Seçimden sonra zam yağmuru mu var?


Seçimden sonra neden bir zam yağmuru olacak “söylenti”si var? Bu beklentinin en büyük nedeni son günlerin en öne çıkan nedenlerinden biri olan cari açığımız. Cari açık nedir? Özetin özeti bir açıklama ile, bir ülkenin döviz giderlerinin döviz gelirlerinden fazla olması durumudur. Bu durum belli bir süre sürdürülebilir olsa da kontrol altına alınamaz noktaya geldiğinde süt liman olan finansal piyasalar birden alt üst olabilir.

Şimdi bizdeki durum da bu aşamada. Kontrol altına almakta zorlanır hale geldiğimiz bu konunun “sorun” olduğu ekonomi yönetimimiz tarafından kabul edildi ve öncelikli konu haline geldi. Cari açığı azaltmak için yapılacak en basit şey ise döviz gelirlerimizi arttırırken döviz giderlerimizi azaltmak. Gelirleri arttırmak tabi ki istenilen bir çözüm, en sancısız olan çıkış yolu, ancak bunu kısa vadede sağlayabilmek çok güç olabilir. Daha kısa vadede çözüm sağlayacak ve durumu kontrol altına almaya yardımcı olabilecek diğer yol ise ülkenin döviz giderlerini mümkün olduğunca kısmak. Bu durumda yapılacak şey ise yurt içindeki özellikle ithalata dayalı tüketimi dizginlemek. Böylece daha az döviz harcayacağız, döviz gelirlerimiz artarken oluşacak bu durum cari açığı nihayet kontrol altına almamıza yardımcı olacak.

İthalata dayalı tüketimi dizginleyebilmek için yapılacak şey çok açık. Birçok ithal mala dolaylı ya da doğrudan vergi gelecek. Seçimden sonra A’dan Z’ye her şeye zam gelecek, her şeyin vergisi artacak beklentisi yanlış. Ancak yurt dışından satın alınarak ülkemize getirilen yani ithal edilen çoğu şeye zam geleceğini söylemek mümkün. En başta en çok para harcadığımız şey enerji ürünleri. Petrol ürünlerinin fiyatlarının olağandan daha hızlı artması beklenilen bir durum. Petrol ürünlerine yapılacak zamlarla yurt dışına en çok döviz ödediğimiz bu ürünün kullanımı azalabilir, hem de daha az tüketim olduğu halde daha yüksek tutarda vergi toplanabilir. En kolay vergi akaryakıttan toplanıyor, son tüketicinin pompaya ödediği 100 TL’nin ortalama 65 TL’si vergi olarak maliyeye gidiyor…

İthal mallardaki vergi artışı nihai mallardan ziyade ara mallarına hammaddelere makinelere gelecek beklentisi zaten piyasa tarafından bilinen bir gerçekti. İmkânı olan işletmeler ihtiyaç duyabileceği ithal makinelerin hammaddelerin ara malların tedariki için tüm imkânlarını kullanarak bunları temin etmeye çalıştılar. Bakanlar kurulunda bekleyen tebliğde özellikle Uzakdoğu’dan ithal edilecek tekstil ürünlerine hatırı sayılır bir vergi artışı getirileceği de biliniyor.

Maliye bakanı seçimlerden sonra her ne kadar vergi artışı ve zam olmayacağını söylese de piyasa çoktan tedbirini alıp elinden geldiği kadar erken ithalatını yaptı. Son tüketicinin ise bu durumda yapabileceği pek bir şey yok. Elektrik, benzin, doğalgaz, ithal araçlar başta olmak üzere pek çok kalemde seçim sonrası fiyatların artması hiçbirimize sürpriz olmayacak...

6 Haziran 2011 Pazartesi

Düğün ayları geldi, altın fiyatları artacak mı?


Halk arasında yaz aylarının gelmesiyle altına olan talep arttığı için altın fiyatlarının da arttığı gibi bir inanış yaygındır. Ülkemizde Haziran Temmuz ve Ağustos ayları düğünlerin en çok yapıldığı aylardır. Peki, bu aylarda takı amaçlı satın alınan altınlar gerçekten de altın fiyatlarının yükselmesine neden oluyor mu? Altından bu tür dönemsel talepleri gözeterek kar elde etmek için yaz aylarını değil kış aylarını beklemelisiniz. Nedenini yazının devamında bulabilirsiniz.

Bizdeki düğünler altın fiyatlarını yükseltir mi? Bu soruya temel teşkil eden cevap aslında altın fiyatlarının piyasada nasıl oluştuğunun açıklanmasıdır. Piyasayı yakından takip eden uzmanların ve akademisyenlerin hazırladığı altın hakkında güvenilir bilgiler sunan saglamaltin.com sitesinin özetlediği şekliyle; “Günümüzde altının değeri, belli başlı mali merkezlerde gün gün belirleniyor. Bu merkezlerden en önemlisi Londra Altın Piyasası. Fiyat, sabahın 10.30'unda belirleniyor, gün boyunca küçük de olsa değişiklikler gösterdikten sonra, öğleden sonra 3'te sabitleniyor. Bu rakamın belirlenmesinde, dünyanın en güçlü 5 pazarının temsilcileri (Johnson Matthey, Mocatha and Goldsmith, Samuel Montagu, Rothshild ve Sharps Pixley) belirleyici rol oynuyorlar. Fiyatı, tüm dünyadaki altın alış ve satışları etkiliyor.”

Ülkemizdeki düğün sayılarına baktığımızda yaz aylarında bu sayı her ay için ortalama 70 binlerde iken yılın geri kalan aylarının ortalaması ise 40 binlerde. Yani yaz aylarında düğün sayılarında inanılmaz artışlar olmuyor sanıldığı gibi. Kaldı ki bizdeki düğünler nedeniyle oluşan takı talebini yurt içindeki mevcut altın stoklarımızla karşılayabiliyoruz. Küresel çapta hatırı sayılır ölçüde altın talebi oluşturmayan bu durum tabi ki dünya genelinde altın fiyatları üzerinde bir etki meydana getirmiyor. Altın fiyatlarının arza yahut talebe bağlı arttığı durumlar elbette vardır ancak bizim yaz aylarındaki düğün sayımızın %60 artması bu etkenlerden biri kesinlikle değildir. Dolayısıyla yaz aylarının, düğünlerin sezonunun gelmiş olması altın fiyatlarını arttırıcı bir etkiye kesinlikle sahip değildir.

Yazının başında altından dönemsel talepleri özeterek kar elde etmek için yaz aylarını değil kış aylarını beklemelisiniz dedik. Evet, bizdeki düğünler altın fiyatları üzerinde belirleyici düzeyde değil ama bir başka ülkedeki düğünler altın fiyatlarını hemen her sene etkiliyor. O ülke de tahmin edilebileceği gibi nüfusu 1,5 milyara dayanmış olan Hindistan. Hindistan’daki en yoğun düğün sezonu Kasım’la birlikte başlayıp Aralık ayının sonuna kadar devam etmekte. Altın fiyatlarının geçmiş yıl grafiklerine bakıldığında da bu durum açıkça görülebilir. Altın fiyatları her yıl Eylül ile birlikte çıkışa başlar ve Kasım-Aralık aylarında zirveyi görür. 2010 yılında bizdeki düğün aylarını ortalama 60 TL’den kapatan altın, Aralık ayını 68 TL ile kapattı, 2009’da yaz aylarında 1 gram altın 46 TL iken yılı 54 TL ile bitirdi.

Altın fiyatlarını bizdeki düğünler arttırmıyor ancak Hindistan’daki düğünler altın fiyatlarını hemen her yıl ortalama %10 yukarıya çekiyor. Hindistan’da düğün sezonu da yaz aylarında değil yılın son çeyreğinde, kış aylarında...