28 Ekim 2012 Pazar

Bankaların bayram şekerleri zehir olmasın…

Bankalar yine coştular. Parası olan zaten harcıyor, bankaların istediği ise parası olmayan da harcasın. Sözüm ona çok düşük faiz oranlarıyla reklamlarda vatandaşa "gel gel" yapıyorlar.

Kredi kullanmak konusunda orta yaş ve üzeri daha temkinli gidiyor. Tüketici, bireysel ihtiyaç kredisi dediğimiz nakit kredilere ise gençlerin talebi oldukça fazla. Kimisi güzel bir tatil için, kimisi ipin ucunu kaçırdığı kredi kartı borçları için nakit kredilere sarılıyor.

Bankalar da bayram zamanlarını değerlendirip kampanya varmışçasına reklamlara yükleniyorlar ve bu grubu etkilemeye çalışıyorlar. Peki, bayram zamanları gerçekten kredi oranlarında reklamlarda gösterildiği gibi esaslı bir indirim mi yapılıyor? Alakası yok. Yapılan şey sadece göz boyamadan ibaret.

Göz nasıl boyanıyor peki? Krediler konusunda göz boyamanın en yaygın şekli faiz oranında indirim yapıp diğer yan masraflarda bindirime gitmek. Böylece bankalar kaşıkla verip kepçeyle geri alıyorlar aslında.

Bu durumdan rahatsız olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, geçmişte sadece kredi oranıyla reklam verilmesini yasakladı. Kredinin tüm maliyetleri dahil edildikten sonra ortaya çıkan gerçek maliyetini gösteren aylık-yıllık oranların da ilan edilmesini zaruri kıldı. Bu maliyet oranları şu an reklamlarda ilan edilmesine ediliyor ama gören yok. Cambaz ipte oynarken ekranın dibinden karınca gibi akan yazılarda ilan ediliyor ve haliyle hiçbir işe yaramıyorlar. Bu yüzden denize düşüp sarılacak yılan arayanlara, parası olmadığı halde tatile çıkmak isteyen vb. iflah olmaz kredi kullanıcılarına diyorum ki, hadi nakit kredi kullanacaksın, bari en düşük maliyetlisini seç… İyi de bunu nasıl seçeceğiz? Nasıl seçeceğinizden önce nasıl seçmemeniz gerektiğini söylüyorum, sadece kredi oranına bakarak seçmeyin. Kredi ile ilgili tüm masrafların dahil edildiği aylık yahut yıllık maliyet oranlarını inceleyin. Esas olan budur..

Bankaların reklamlarını izliyoruz hep birlikte. "Günde 6 TL'ye 5,000TL süper kredi" diyen Yapı Kredi'nin bu kredisinin ilan edilen oranı aylık 0,54. Peki masrafları ilave edince kredinin aylık maliyet oranı ne oluyor dersiniz? Oran katlana katlana 1,65'e çıkıyor ve yıllık yüzde yirmiye geliyor. Garanti Bankası bas bas bağırıyor "Bayramlık krediler inişe geçti" diye… 1,09 olarak reklamını yaptığı kredinin yıllık maliyet oranı yüzde yirmi oysa. İş bankası "Nerede o eski bayramlar diyenleri de memnun edecek kredi" deyip 0,82'den buyrun kredini hazır diyor ama bunun da aylık maliyeti neredeyse ilan edilenin iki katı, 1,54… Bu örnekler bitmez..

İşin hazin tarafı şu, devlet baba bankaları seviyor. Bankaların yaptığı tüm işlemler kayıt altında ve inanılmaz hacim yapıp çok büyük meblağlarda vergiler veriyorlar. Bu kadar çok vergi alınca devlet katında dokunulmaz gibi bir yerleri var bankaların. Vatandaşı öldürme de ne yaparsan yap dercesine fiyatlamada satışta reklamda özgürler bankalar. Ara sıra hukuka intikal eden durumlarda bile iş eninde sonunda banka lehine düzenlemeler yapılarak çözülüyor.

İş her zamanki gibi müşteride yani bizde. Etik dışı çalışan bankaları kurumları tercih etmeyerek onları cezalandırmalıyız. Kapılarında kuyruk olursak bu düzenin sonu gelmez…

Türk'ün petrolle imtihanı

Geçtiğimiz haftalarda benzinin litresi 5 TL'yi yoklayıp biraz geri çekildi. Şimdilerde litresi 4,75 - 4,85 arasında değişiyor. Geçtiğimiz aylardaki önemli gelişmelerden biri de benzinde tek başına fiyat rekabeti yapan yegane istasyonlar zinciri Full'ün el değiştirmesi oldu. Petrol Ofisi'ni satarak akaryakıt sektöründen çekilen Aydın Doğan Full'ün yüzde 60'ını satın alarak sektöre geri döndü. Baronlarla masaya oturmayıp fiyat karteli oluşturmayan, akaryakıtçıların baş belası Full piyasadan silinmiş oldu böylece. Sahip olduğu sadece 50 küsür istasyonuyla fiyat rekabetine giren Full, akaryakıt kartelini oldukça rahatsız etmişti, nihayet bileği büküldü, meydan artık Petrol Ofisi, Opet, Shell, BP ve Total'e kaldı…

Dünyanın en pahalı benzinini tüketiyoruz. Bizde 4,80 TL olan benzinin litresi İngiltere'de 4 TL, Almanya'da 3.98, Fransa'da 3.88, Japonya'da 3.34, Amerika Birleşik Devletleri'nde ise 1,82 TL (mytravelcost.com)

Gelirleri bizden kat be kat fazla olan ülkelerdeki halklardan dahi benzini daha pahalı satın alıyoruz. Bunun böyle oluşunun en büyük nedeni tabi ki vergiler. Rafineri'den Ağustos ayında 1,5 TL'ye çıkan benzinin satış fiyatı istasyonlarda 4,60'ı aştı bu ayda... Muazzam bir vergi geliri var akaryakıtta. 2011 yılında 46 milyar TL sadece dolaylı vergi geliri elde edildi akaryakıttan. (Petrol Sanayi Derneği -Petder- 2011 Sektör Raporu)

Bundan bana ne, arabam yok, arabası olanlar düşünsün bunu denemeyecek kadar ciddi bir durumdur bu. Petrol en çok ve en yaygın kullanılan enerji kaynaklarından biridir. Petrol fiyatlarındaki artış tüm dünyada malların ve hizmetlerin fiyatlarını da arttırır. Petrol fiyatları arttıkça, petrolle çalışan ekipmanlarca çıkarılan altının fiyatı da artar, mazotla çalışan pompalarla sulanan tarlalarda bahçelerde yetişen ürünlerin fiyatları da zamlanır, üretilen diğer ürünlerin ülke içinde yahut ülke dışındaki pazarlara nakliye masrafları da artar ve o ürünlerin fiyatları zamlanır. Kısaca, petrol fiyatlarındaki artış herkesi çok yakından ilgilendiren önemli sonuçlar doğurur.

Benzin fiyatları arttıkça araç sahipleri benzinli araçlardan dizel ve LPG'li araçlara kaçmaya başladı. Bu gidişle LPG fiyatlarının zamlardan daha fazla nasiplenmesi kaçınılmaz görünüyor. Son üç yılda benzinli araçların toplam araç payı içerisindeki payı yüzde 42'den yüzde 36'ya geriledi. LPG'li araçların payı ise aynı dönemde yüzde 18'den yüzde 21'e çıktı. Benzin satışı 2009'da 2,9 milyar litre iken 2011'de 2,6 milyar litrede kaldı. Aynı dönemde LPG satışları ise ikiye katlanarak 4,7 milyar litre oldu. 2009'da benzinli araç başına yıllık benzin tüketimi 500 litre iken 2011'de benzinli araçların yıllık benzin tüketimi araç başına 450 litreye düştü. (Petder, TÜİK)

Ülkemizde akaryakıtta otomatik fiyatlamaya geçildikten sonra herkes benzin fiyatlarının dolar yükselirse ve ham petrolün varil fiyatı artarsa artacağını, bunlar düşerse de bizdeki benzin fiyatlarının da düşeceğini zannetti ama gerçekleşen durum hiç de öyle olmadı.

Bunun böyle olmadığını göstermek için yazıyı basit bir soruyla bitirelim: Temmuz 2008'de varili 180 TL olan ham petrol bugün 200 TL. Ham petrol fiyatları bu dönemde %20 artarken, 2008'de litresi 3,45 TL olan benzin bizde neden %40 arttı, fiyat 4,80 TL'ye çıktı?

15 Ekim 2012 Pazartesi

Borçlarımız ne alemde?..

Devletin de tıpkı gerçek kişiler gibi alacakları borçları vardır. Bu alacakları borçları takip edip düzenleme planlama yapma işi "hazine"nin görevleri arasındadır. Kısaca "hazine" dediğimiz "T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı" belli zamanlarda borç-alacak defterindeki verileri anlayabileceğimiz şekilde düzenleyip ilan eder. En son 4 Ekim'de verileri güncelleyerek "Borç Göstergeleri" başlığı altında ilan etti bunları.

Acaba ödeye ödeye bitiremediğimiz bu borçlarda son durum nedir?

"Avrupa Birliği Tanımlı Borç" olarak tabir edilen genel yönetime ait borçların gayrı safi yurt içi hasılaya (GSYH) oranı takip edilen önemli başlıklardan biridir. Türkiye'nin AB tanımlı borç stoku GSYH'nin yüzde 39'una tekabül ediyor. Bu oran AB üyesi 27 ülkede ortalama yüzde 82 iken krizle boğuşan Yunanistan'da yüzde 165, İtalya'da yüzde 120, Portekiz'de ise yüzde 107...

Borç göstergelerinde diğer bir önemli kalem kamunun net borç stoku… 2005 yılında kamunun borcu 351 milyar TL iken varlıkları 81 milyar TL, yani net kamu borcu 270 milyar TL idi. 2012 yılı son verilerine göre ise borç 550 milyar TL'ye çıkarken varlıklar da 274 milyar TL'ye çıktı, net kamu borcu 275 milyar TL oldu. Burada net borç hemen hemen aynı kaldı ama bizi kurtaran varlıkların çok fazla arttırılmış olması. Sadece "işsizlik sigortası" adı altında çalışanlardan kesilen paralardan kamuda biriken para tam 40 milyar TL oldu. Kamu net borcunu dizginleyen önemli kalemlerden biri oldu işsizlik sigortası kesintileri…

2004 yılında ülkemizde üretilen mal ve hizmetlerin değerinin yarısı kadar net kamu borcu varken geçtiğimiz yıl bu oran yüzde 22'ye düşmüş durumda. Daha da güzel olanı, kamu net borçlarının yarısından fazlası yabancı para iken artık bu borçların hemen hemen hepsi Türk Lirası cinsinden. Bunun önemi şu, borçların ödeme zamanı geldiğinde ödenememe durumunda yabancı para basıp ödenemez bunlar, ama Türk Lirası cinsinden borçların ödeme vadesi geldiğinde bunlar en kötü ihtimalle para basılıp ödenebilir.

Varlıkları dikkate almadan takip edilen önemli bir diğer gösterge de brüt dış borç stoku. Dış borçlar kamu sektörü, Merkez Bankası ve özel sektör olmak üzere üç kaynaktan oluşmakta. Türkiye'nin brüt dış borç stoku son beş yılda 250 milyar dolardan 323 milyar dolara geldi. Bunun 212 milyar doları özel sektörün (çoğu bankalar), 102 milyar doları kamunun ve 9 milyar doları da merkez bankasının borcu.

IMF'den son 8 yıl boyunca sadece 2008'de borç para aldık. Hazine'nin ödeme planına göre önümüzdeki yıl yapacağımız ödemelerle bu kuruluşa borçlarımız sıfırlanıyor.

Toplanan vergilerin yüzde kaçının faiz harcamalarına gittiği de her yıl takip edilen önemli bir istatistik. 2002'de toplanan 100 TL verginin 86 TL'si faiz harcamalarına giderken 2011 yılı geçici verilerine göre toplanan 100 TL'nin 17 TL'si faiz harcamalarına gitti. 10 sene önce ülkede üretilen mal ve hizmetlerin parasal değerinin yüzde 15'i faiz harcamalarına ayrılırken geçtiğimiz yıl bu oran yüzde 3 olarak gerçekleşti.

Özet olarak denebilir ki, ülke olarak borçlarımız eskisi gibi çılgınca artmıyor. Çılgınca artan özel sektörün borçları. Kamu yani devlet borçlanmada daha temkinli gidiyor, özelleştirmelerden alınan paraların da yardımıyla (1985-2002 arası 8 milyar dolar, 2003-2010 arası 48 milyar dolar özelleştirme geliri elde edildi) borç politikasında belirgin bir iyileşme var. Dünyada borcu olmayan bir devlet yoktur. Önemli olan borcun düşük maliyetlerle uygun vadelerle yapılması ve paraların tüm halkın refahına vesile olacak doğru yatırımlara yöneltilmesidir.

Altın fiyatları sıçrama yapacak mı?



Altın uzun süredir 90 TL civarında dolaşırken kısa sürede 100 TL'ye geldi. Bir yıl vadeli mevduat sahiplerinin 12 ayda elde ettiği getiriyi altına yatırım yapanlar birkaç ayda alınca gözler yeniden bu kıymetli metale çevrildi. Altın yeni bir sıçrama yapar mı sorusu sıklıkla sorulmaya başlandı.

Evvela şunu kesinlikle izahta fayda var. Hiç kimse 1 sene sonra altın fiyatlarının ne olacağını söyleyemez. Büyük yatırımcıların kesin ifadelerle servis ettiği görüşler büyük ihtimal spekülasyon amaçlıdır. Genelde, çok sayıdaki küçük yatırımcıları ters köşe yaparak kendileri bu durumdan kar elde ederler.

Fiyatların uzun dönemde tam olarak nerelerde olacağını söylemek güç ancak bu durum bazı gelişmelere bakıp tahmin yürütmeye mani değil. Bunun için altının fiyatının nelerden etkilendiğine yahut etkilenmediğine bakmak lazım. Söylenmesi gereken ilk şey altın fiyatlarının olumlu ya da olumsuz yurt içi gelişmelerden etkilenmediğidir.

Altının değeri dünyada dolar cinsinden oluşur. Dolar ve altın bir tahterevallinin iki ucunda otururlar. Dolar aşağı inerse altın yukarı çıkar. Burada dikkatlerden kaçmaması gereken şey doların TL fiyatının yurt içi gelişmelere direkt bağlı olduğudur. Yani altının onsu (1 ons 31,1 gram) tüm dünyada 1700 dolarda sabit iken bizdeki bir gelişme sonucu dolar TL karşısında yüzde 10 düşerse altının TL fiyatı da buna bağlı olarak kur etkisi nedeniyle düşecektir. Bunun dışında, altına talebin arttığı yaz aylarında bu yurt içi talep artışı nedeniyle altın fiyatları artmaz, talebin düştüğü dönemlerde talep düştü diye fiyatlar da düşmez.

Altını en çok etkileyen şey dünyadaki gelişmelerdir. Özet olarak şu bilinmelidir, Amerika ve Avrupa başta olmak üzere dünyada her şey süt liman ise, yeni savaşlar beklenmiyor, ekonomi yolunda ise altının fiyatı da durağan olur. Para sahipleri böyle bir durumda hazine bonoları devlet tahvilleri alırlar, yatırımlar yaparlar, paralarını altına bağlamazlar. Tersi durumda ise büyük sermaye sahipleri ne olacağını kestiremedikleri için hükümetlere güvenemedikleri için paralarını tahvil bono vs yerine altına bağlarlar. Bunlar altın almaya başlayınca işte bu talep altın fiyatlarını arttırır.

Önümüzdeki döneme bakınca iç açıcı bir tablo görünmüyor. Avrupa'nın krizden çıkıp ekonomik anlamda işleri yoluna koyması zaman alacak gibi görünüyor. Petrol yatağı Ortadoğu karışık. Amerika İsrail el ele verip İran'a eninde sonunda savaş açacaklar gibi bir beklenti çok uçuk bir senaryo değil. Bunun gibi birçok ihtimal ve hali hazırdaki durum altın fiyatlarını yukarı itecek gibi görünüyor.

Altında beklentinin yukarı olması için güçlü bir neden de Avrupa ve Amerika Merkez Bankalarının para basacak olması. Bu ülkelerin para basması parasal genişleme politikasına yüklenmesi altının fiyatlarını arttırır. Neyin arzı çoğalır ise değeri düşer. Tahterevallinin bir ucundaki dolar düşünce altın yükselecektir. Bu merkez bankalarının parasal genişlemeye gitmesi yani para basıp piyasaya para sürmesi altın fiyatlarının yükselmesi için çok güçlü bir tetikleyici olacak.

Çoğu yatırımda kazanmak için sabırlı olmak ilk şarttır. Özellikle altında. Altın uzun vadeli bir yatırım aracıdır. Bugün 100 liradan altın alıp 1 ay sonra altın düştü diyerek satışla altından çıkan bir yatırımcı profiline sahipseniz altına yatırım size göre değil. Sabırlı bir yatırımcı iseniz altında görünen o ki belirttiğimiz nedenlerden ötürü beklenti yukarı yönlü.

Bankalara hücum, komisyonlar iade ediliyormuş?



Bankaların kullandırdıkları kredilere ilişkin dosya masrafı yahut komisyon vb isimler altında aldıkları ücretlerin iadesine ilişkin haberler ortalığı karıştırdı. Haberlerden sonra hepimiz bankalara koşup daha önce ödediğimiz bu paraları geri istedik ama sonuç haberlerde okuduğumuz gibi olmadı, paralarımızı geri alamadık. Peki neden? Çünkü bu konuda çıkan haberler mahkeme kararları tam okunmadan anlaşılmadan eksik şekilde yayınlandı.

Zaten karışmış olan kafaları daha da fazla karıştırmadan tane tane izah edelim.

Daha önce kullanılmış konut kredilerinden alınan komisyonlar bankalardan geri alınabiliyormuş, doğru mu?

Bu haberin gündeme gelmesinin nedeni Isparta'da Ziraat Bankası'ndan konut kredisi kullanan ve bunu daha sonra erken kapatmak isteyen bir vatandaşın bankayı Tüketici Sorunları Hakem Heyeti Başkanlığı'na şikâyet etmesidir. Heyet bazı konularda bankayı, bazı konularda müşteriyi haklı buldu, Yargıtay da bunu onadı. Bankanın konut kredisinde yüzde iki erken kapama komisyonu almasını haklı bulan mahkeme kredi kullandırılırken alınan dosya masrafının ise müşteriye iade edilmesine karar verdi. Ancak bu demek değildir ki her konut kredisi kullanan kişi dosya masrafını iade alabilir. Çünkü mahkemenin, dosya masrafının iade edilmesine karar gerekçesi müşterinin imzaladığı sözleşmede dosya masrafı alınacak tutar kısmının boş bırakılmasıydı. Mahkeme buna dayanarak "tüketiciyle müzakere edilerek doldurulması gereken bölüm doldurulmamış dolayısıyla tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilmiş, banka da bu durumu tüketici aleyhine kullanmıştır." diyerek dosya masrafının iadesine karar vermiştir. İşte kısaca olan biten bu duruma istinaden olay haberlerde eksik şekilde yer aldı ve sanki geçmişte konut kredisi kullanan herkes hemen bankalardan komisyon iadesi alabilecekmiş gibi yansıtıldı. Eğer kredi kullanmadan önce müşteriye ödeyeceği komisyon bildirilmiş ve bu sözleşmede yazılmış ise müşteri de bunu imzalamış ve ödemiş ise bu komisyonların iadesinden bahsedilmiyor mahkeme kararında.

Konut kredisini geçtik, diğer kredilerden alınan komisyonları geri alabilir miyiz?

Bu soruyu sormamıza neden olan olay ise Konya'da bir bankadan tüketici kredisi kullanan müşterinin dosya masrafının iadesi için Selçuklu Kaymakamlığı Tüketici Sorunları İlçe Hakem Heyeti Başkanlığı'na başvurması. Hakem Heyeti müşteriyi haklı bularak dosya masrafının iadesine karar verdi. Ancak burada da gözlerden kaçmaması gereken nokta bu iade kararının gerekçesi. Tıpkı konut kredisi vakasında olduğu gibi iade gerekçesi müşterinin ödediği komisyonun sözleşmede yazılmaması. Sözleşmenin ilgili kısmının boş bırakılması nedeniyle Hakem Heyeti: "Miktarlar açıkça sözleşmede yazılmadığından dolayı haksız şart söz konusu olup, bu ad altında alınan toplam 400 liranın tüketiciye iade edilmesi" şeklinde karar verdi. Yani konut kredisi haricindeki kredilerde de, komisyon bedeli yazılmış ve biz de bunu imzalamış isek bu komisyonu da iade alabilmemiz söz konusu değil.

Mahkemelerin ve Hakem Heyetlerinin kararları doğru incelenmeden yapılan ve komisyon iadesinden 12 milyon kişinin yararlanacağı söylenen bu haberler açık söylemek gerekirse bir balondan ibaret. On binlerce insan şu an bankalardan kredi kullandığı döneme ait hesap dökümleri almakta ve bankalar da bu hesap dökümlerinden ayrıca ilave ücretler istemekteler. Ancak işin aslı yukarıda izah ettiğimiz gibidir. Bize düşen bilinçli bir müşteri olmak, çalışacağımız kurumları iyi seçmek, kurumlar arasından etik çalışmak konusunda gayretli olanları tercih etmektir.

9 Eylül 2012 Pazar

Heyecanla bekliyoruz, sırada hangi kriz var?



Gıda, tarım ve hayvancılık ile ilgili konularda son yıllarda sürekli krizler yaşamaya başladık. Bunu fark eden bürokrasi de sanırım bu yüzden eskiden Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı olan bakanlığın ismini "Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı" olarak değiştirdi! Asıl değişiklik tabelada değil bu konulardaki politikalarda olmalı ama bu değişim emarelerini hala göremiyoruz maalesef.

Kalabalık bir ülkeyiz, yakın zamana kadar dünyanın en kalabalık ilk 15 ülkesi arasında yer alacağımız muhakkak. En temel ihtiyacımız olan beslenme konularında ülkemizin toprakları son derece müsait olmasına rağmen plansız ekimden ve yetiştirmeden kaynaklanan krizler yaşıyoruz. Son zamanlarda hemen hemen her sene bazı ürünler ya ihtiyaçtan çok fazla yetiştiriliyor ve çöpe gidiyor, ya da ihtiyacı karşılayacak kadar üretilmediği için fiyatları fırlıyor. İnsanlar en temel gıda maddeleri arasında sayılan bu ürünleri dahi almakta zorlanıyorlar. 2008 yılında pirinç krizi yaşadık. En sıradan pirincin kilosu birden beş lirayı aştı. Yetkililerin çözümü basit oldu. Halka "pirinç almayın satıcılar da mecburen fiyat düşüreceklerdir" açıklaması yapıldı. Yabancı ülkelerden ucuz pirinç satın alıp krizi atlattık. 2009 yılında süt krizi yaşadık. Süt veren hayvanların hesapsız kitapsız kesime gönderilmesiyle süt azaldı, fiyatlar fırladı. 2010 yılında domates krizi yaşadık. Dünyada en çok domates üreten ilk beş ülkeden biriyiz ama bu yıl domates fiyatları uçtu, sıradan marketlerdeki domateslere 8 lira etiket vuruldu. Aynı yıl et krizi yaşadık. Çoğu insanımızın arada sırada tadına bakabildiği et fiyatları fırladı. Kurbanda kesecek hayvan bulamamaktan endişe ettik. Apar topar yabancı ülkelerden hayvan satın alıp kamyonlarla tırlarla getirttik, bu krizi de böyle savuşturmuş olduk. 2011 yılının başlarında patates soğan krizi yaşadık. 50-60 kuruşa aldığımız soğanın kilosu bir bakıverdik 3 lira olmuş. Şimdi 2012 yılında heyecanla bekliyoruz, gıda tarım ve hayvancılıkta acaba nasıl bir kriz yaşayacağız. İlk emareler gelmeye başladı. Geçen yıl 1 balya saman 3 lira iken bu yıl piyasada saman yok. 1 balya samanı elini öptürüp 10 liraya satıyor saman sahipleri. Balya demek saman ot demek yem demek. Hayvanların et süt vermesi için en temel girdinin fiyatı böyle fırlayınca önümüzdeki dönemde et süt fiyatları acaba ne olacak? Krediyle işi bilen de bilmeyen de "muazzam teşvik var" deyip büyük baş hayvan yetiştiriciliği işine girdi. Şimdi bunlar kara kara düşünüyorlar bu hayvanları neyle nasıl besleyeceğim diye. Bu teşvik-krediyle alınan hayvanların geri ödemelerinde çok büyük sorunlar bekliyor herkesi.

Yıllardır kesintisiz krizler yaşıyoruz gıda tarım ve hayvancılıkta. Her yaşanan krizde hemen ithalata sarılıp krizi savuşturuyoruz ama çözmüyoruz. Bunun sonu pek iyi değil, bu gidişat iyi değil. Kırk bin kişinin her ay maaş aldığı gıda tarım ve hayvancılık bakanlığı gibi devasa bir yapıdan çözüm beklemek, bu konularda politikalar geliştirmesini planlar yapmasını beklemek hakkımız.

Bir yanda böyle fiyatları her sene fırlayıp giden ürünler varken diğer yandan zorda olan geniş bir çiftçi kesim var. Bunlar ayçiçeğin kilosunu 2005'te 86 kuruşa satmışken 2010'da 82 kuruşa satabilen çiftçiler, 2008'de yetiştirdiği buğdayı 61 kuruştan satmışken 2011'de 59 kuruşa satabilen çiftçiler, 2008'de çeltiğin kilosunu 1,13'ten satmışken 2011'de 97 kuruştan satabilen çiftçiler… Ne çiftçinin ne de tüketicinin yüzünü güldüğü bir durum bu. Tek gülen çiftçinin yetiştirdiğini alıp stoklayan ve meydanı boş bulup fiyatları şişirip sonra depolarını boşaltıp ceplerini dolduran modern ağalar. Evet, gerçekten de meydan boş…

30 Ağustos 2012 Perşembe

Bankalardan kuyumculara altın darbe



Ülkemizdeki bankaların en büyük patronu Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Pazartesi günü bir taslak yönetmelik yayınladı. Buna göre bankalar da bundan böyle cumhuriyet altını ve diğer ziynet altınlarının alım satımını yapabilecekler.

Şubelerden altın toplayıp bunları kaydi olarak hesaplara geçen bankalara bile ateş püsküren Kuyumcular Odası henüz açıklama yapmadı. Muhtemelen olayın şokuyla bir süre kendilerine gelemediler ve şu an harıl harıl bir açıklama hazırlıyorlardır.

Aslında bu gelişme "geliyorum" diye bas bas bağırıyordu. Geçen haftaki yazımızı okumadıysanız mutlaka göz atın…Sahip oldukları POS'larla alışveriş yapılmış gibi işlem yapıp faizle insanlara para veren kuyumcular çok dikkat çektiler. Özellikle altın bankacılığına giren büyük bankalardan sonra adeta bankalara savaş açan kuyumcuların sert açıklamaları üzerinden çok geçmeden BDDK'nın bu düzenlemesi ilan edildi. Bu düzenleme muhakkak ki şubeleri vasıtasıyla sadece kaydi değil fiziki olarak da altın alım-satımı yapmak isteyen bankaların talebi üzerine olmuştur. Bunda en büyük sebep ekonomi yönetiminin muazzam bir yastık altı varlığın farkına varması ve bu kaynağı ekonomiye dahil etme çabasıdır. Bu çabalar da aslına bakılırsa işe yarıyor. Yılın ilk yarısı itibarıyla bankalardaki mevduatın yüzde iki buçuğunu kıymetli madenler oluşturuyor. Bu kısa sürede gelinen çok ciddi bir oran. Bankalardaki altın hesaplar toplamı 16 milyar TL'yi aştı ve çok hızlı bir şekilde artmaya da devam ediyor.

Beş bin ton olduğu tahmin edilen yastık altındaki kıymetli madenlerin bankalara akması tümüyle mümkün değil tabi ki. Ama en büyük etki artık yeni neslin altına yatırım yaparken gidip kuyumculardan fiziki altın almak yerine bankaların altın hesaplarından kaydi altına yatırım yapmaları şeklinde olacaktır. Bankalardaki bu 16 milyar TL'lik altının büyük bir kısmı şayet bankaların altın hesapları olmasaydı kuyumculardan satın alınıp yastık altında muhafaza edilecekti. Bir bankanın geçmişteki reklamlarında gösterildiği gibi evde yahut iş yerinde çok gizli yerler sanılan yerlerde birikimleri muhafaza etmek pek akılcı bir çözüm değil günümüz şartlarında.

Bundan sonra ne olur... "Şirketler Amerika'yı, Amerika dünyayı yönetir" sözünün bize uyarlanmışı "Şirketler karar alıcıları etkilerler, karar alıcılar ülkeyi yönetirler". Bankaların ve kıymetli maden şirketlerinin alttan alttan lobi savaşları bir süre devam eder ve sonunda her alanda olduğu gibi bu konuda da güçlü olan kazanır. Bankaların eli daha güçlü görünüyor ama altın sektöründeki şirketlerin ve şahısların karar alıcılara dolaylı dolaysız baskı yapıp bu taslak yönetmeliği yumuşatacaklarını tahmin ediyorum. Sonuçta kuyumcular bankaların sadece kaydi altın alım satım işlemleri yapmalarına canı gönülden razı olacaklardır.

Kuyumcular Bankalar Savaşı



Piyasada kontrol mekanizması iyi işlemeyince hemen enteresan sektörler uydurmakta üzerimize yok. Son zamanın ayyuka çıkan durumu ise kuyumcuların POS'larla bildiğimiz nakit kredi dağıtması. Bankaların kredili mevduat faizleri aylık yüzde beşlerde olunca bankalardan daha cazip faizle nakit veren kuyumculara rağbet de fazla. Yerli kartlarla yurt içinde 2002 yılında 21 milyar TL alışveriş yapılmış iken 2011'de bu rakamın 260 milyara fırlamasında tahminimce bu "alışverişli görünümlü nakit kredi temini" önemli bir yer tutuyor. Sistem basit, işyerinden 1000 TL'lik alışveriş yapmış gibi kartınız POS'tan geçiriliyor, geri ödeme taksit sayısına göre 700 TL vs kart sahibine nakit veriliyor… İşyeri bu işlem için fiş-fatura düzenleyip vergisini de buradan ödüyor, yasal satışlarını yapmış oluyor.

İşin komik tarafı ise İstanbul Kuyumcular Odası başkanının geçtiğimiz aylarda altın toplayan bankalara "Bankalar kendi işini yapsın, altın toplamasınlar. Yoksa POS'larını iade ederiz" çıkışı oldu. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu denir buna.. Bankalardan aldığı POS'larla bankaların işini yapan (bu işe bulaşmayan çoklarını tenzih ederim) kuyumcular POS'ları iade ettikten sonra bu "kârlı" işlerini nasıl devam ettirmeyi düşünüyorlar acaba. Yuvarlak hesap, yıllık enflasyonun yüzde 10 olduğu bir ülkede halka yüzde 50, yüzde 60 faizlerle borç para vermeyi kim nasıl izah edebilir? Kuyumculardan sonra kontör satanlar ve beyaz eşya dükkanları da bu işe sağlam girmiş durumda. Bunu yapan banka da olsa başka bir meslek grubu da olsa bu oranlara Allah rızası için izin verilmemeli… İsteyen alır istemeyen almaz denebilir ama bu krediyi kullananların önemli bir kısmı bıçak kemiğe dayanmış, denize düşüp yılana sarılan dar gelirli insanlar. Umarım BDDK'nın yeni başkanı Mukim Öztekin bu konuya el atar.

POS'lardan alışveriş kılıfı altında ne kadar nakit kredi dönüyor verisi tabi ki yok elimizde. Diğer taraftan bankalardaki altın miktarı ise belli. Geçen yılın ilk yarısında bankalardaki altın miktarı 4,9 milyar TL karşılığı iken bu yılın ilk yarı sonunda bankalardaki altın miktarı 16,5 milyar TL oldu. Geçen yarıyıl sonunda bankalardaki altın, bankalardaki toplam mevduatın binde yedi buçuğunu oluştururken bu yıl ise bu oranın yüzde iki buçuğa yaklaştığını görüyoruz. Altın'da ilk beş banka Haziran sonu itibarıyla sırasıyla şunlar: İş Bankası, Garanti Bankası, Kuveyt Türk, Halkbank ve Yapı Kredi. Altın konusunda agresif pazarlama yapan Bank Asya, Denizbank ve Akbank zamanla ilk 5'i zorlayacaktır.

12 yıllık Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun son 9 yıldır kesintisiz başkanlığını yapan Tevfik Bilgin başkanlıktan emekli oldu ve yeni bir isim artık kurumun başında. Önümüzdeki dönem tüketicileri çok yakından ilgilendiren ve tüketiciler lehine bankacılıkta değişikliklerin beklendiği bir dönem. Güzel düzenlemeler yolda…

Ramazan'a özel düşük faiz



Bazı bankaların öyle tuhaf uygulamaları var ki, insan bunları görünce gülsün mü kızsın mı şaşırıyor. Eskiden sadece dini bayramlarda karşımıza çıkan "bayram kredileri" benzeri kampanyalar bu sene bayramı bekleyemeden Ramazan ayı içerisinde başladı. Bu kampanyalar da her zamanki gibi aldatmacalarla dolu. Sadece kredi oranını seslendirip alttan karınca gibi kredinin gerçek maliyetini duyuran ilanlar bunlar. "Mübarek ramazan ayında size özel, faizleri düşürdük" gibi bir absürtlüğün yanı sıra bu kandırmaca gerçekten artık can sıkıcı olmaya başladı. 0,99'dan kredi kullandırdığını ilan eden bankanın bu kredisinin asıl maliyeti yıllık yüzde 20 civarında korkunç bir oran.

Faiz hassasiyeti olmayan, yahut faizden çekinse de darda kaldığı için bu bankalardan nakit kredi çekmek zorunda olduğuna inanan, sadece kredinin oranına odaklanarak karar veren, ilave dayatılan masraflara dikkat etmeyen geniş bir kullanıcı zümresi mevcut maalesef. Yani bu ilanlar aslında bir talep-arz sonucunda doğmuş, bu odaklanmayı kullanan reklamlar. BDDK'nın yeni başkanının en kısa zamanda bu konuya el atacağını umuyorum. En güzel çözüm bu tür ilanların, illa ki olacaklarsa, direkt aylık maliyet oranlarıyla ilan edilmesinin zorunlu olmasıdır. Ancak o zaman ak koyun kara koyun belli olur.

Sorunun temelinde çılgın bir tüketim toplumu haline dönüşmemiz yatıyor muhakkak. Olunca tedbirli bir şekilde harcayan, olmayınca sabreden bir toplum yapımız vardı ancak zaman değişti. Olunca çılgınlar gibi harcayan, olmayınca kredi çekip kredi kartına yüklenip yine çılgınlar gibi harcayan genç bir nesil var artık. 12 ay taksitle borçlanıp krediyle yahut kartla 1 hafta beş yıldızlı otellerde her şey dahil pahalı bir tatile çıkan bir çok insan var. Avrupa Birliği üyesi, sınırımızın hemen öte yakasındaki Yunanistan'da halka bedava patates soğan dağıtımlarında izdiham yaşanıyor. Hesapsız kitapsız harcamanın en canlı en yakın örneğini görüyoruz ama maalesef ders almadan yaşamımızı devam ettiriyoruz. Bu talebi görüp bunu körükleyen, bundan para kazanmaya çalışan bankalara mı kızmak lazım yoksa bu talebin kaynağına, esas kişilere mi kızmak lazım emin değilim.

Altın'ı vs boşverin, BES'e bakın…




Altın'a yatırım yapıp kazanmak isteyenlerin hatırlarında tutmaları gereken en önemli şey kıymetli madenlere yatırımın sabır gerektirdiğidir. Altın 10 yılı aşkın bir süredir yatırımcısına sürekli kazandırdı. Son 1 yıldır ise durum tam tersi. Şu anki gram altın fiyatları yaklaşık olarak geçen yılın aynı seviyesinde. Altın yatırımcılarının göze çarpan bir eksisi var. Piyasayı geriden takip ediyorlar. Rüzgar esmeden evvel yelkenleri rüzgara göre ayarlayıp yola çıkmayı pek beceremiyorlar. Olan olduktan sonra pozisyon alıp zarar ediyorlar, kar elde etseler dahi elde ettikleri bu kar çok tatminkar olmayabiliyor. Nitekim gram altın TL fiyatlarının zirve yaptığı 100TL'yi geçtiği Ağustos 2011'de zirve fiyatlardan pek çok altın alımı gerçekleştirildi. Temmuz 2011 sonunda bankalardaki altın miktarı 73 ton iken Ağustos sonunda bu rakam yüzde 56 gibi rekor bir oranda artarak 114 tonu aştı. 100-108 TL fiyatlardan geçtiğimiz Ağustos ayında 41 tondan fazla altın alımı yaptı yatırımcılar ve şimdi zarardalar, pek çoğu altınlarını satmak istediği halde satamıyorlar.

Küçük yatırımcı olarak ne yapılabilir. Altın döviz gibi iniş çıkışları olan enstrümanlara yatırım sürekli takip ve profesyonel destek gerektirir. Kazanç zamanı sorun yok ama yatırımınızdan kaybedebileceğiniz muhtemel tutar huzurunuzu kaçıracaksa o yatırımdan uzak durun. İlla ki altın döviz gibi enstrümanlara yatırım yapacaksanız da özellikle bankaların haftalık yatırım bültenlerine göz atın. Döviz için Dr. Saruhan Özel'in yorumları, altın için saglamaltin.com sitesindeki altın uzmanlarının yorumları karar aşamasında yardımcı olabilir. Tek patrona bağlı belli gazetelerdeki haberlerin ve yorumcuların yönlendirmelerine çok itibar etmeyin. Tecrübeyle sabittir, anlı şanlı bir ekonomi dergisinde bu tür yönlendirmeler yapan ve kendisinden eğitim aldığım biri yorumlarını patronun yatırımlarını göz önünde tutarak yaptığını itiraf etmişti zamanında.

Az ama sürekli birikim ve yatırım için benim tavsiyem kesinlikle Bireysel Emeklilik Sistemi. Yeni değişen kanuna göre bireysel emeklilik sistemine yatıracağınız belli bir meblağa kadar her tutarın anında yüzde 25'i kadar devlet prim yatıracak. Bireysel emeklilikte anında %25 gibi muazzam bir kazanç söz konusu. 93 TL'den aldığınız altının 116 TL'ye çıktığı yahut 1,80'den aldığınız doların 2,25'e çıktığı durumda elde edebileceğiniz kazancı peşinen elde etmiş oluyorsunuz. Tüketim çılgınlığını dizginleyip vatandaşları tasarrufa teşvik etmek için devletin yeni düzenlemesiyle bireysel emeklilik sistemi dünyanın hiçbir yerinde olmayan kazançlar sağlıyor. Masrafı makul ve enstrümanlarının faizli faizsiz olarak piyasada mevcut olduğu bu sistem küçük yatırımcı için hayli cazip. Hala başlamadı isek, imkanı olanlarımız az çok demeden akıllı bir tasarrufa bugünden başlamalıyız.

Firma sahipleri, bunları yapmayın...




Çevremizde sürekli ne kadar çok firma kapanıyor ve açılıyor değil mi… Bu bir yere kadar doğal, işletmeler de her fani gibi doğarlar, büyürler ve ölürler.

Kimisi karıncalar gibi 3-5 yıl ancak yaşayabilirken kimisi de bazı kaplumbağalar gibi bir asır devirerek hayatını devam ettirebilir. Firmaların (şirketlere ve gerçek kişi işletmelerine genel olarak "firma" diyelim) doğum ölüm istatistiklerine baktığımızda bu yılın ilk 5 ayında yaklaşık 50 bin firmanın kurulduğunu, diğer yandan bunların neredeyse yarısı kadar firmanın da kapandığını görüyoruz (TOBB)

Bunları yapmayın demek yerine tersten söyleyelim: vergiler, rakipler vs gibi harici nedenler bir tarafa işte firmanızı batırmanın en kestirme yolları…

Evvela, yaptığınız işi yapan bir çok firma ile çalışan ve bu süreçte nice firmanın başarı yahut başarısızlık öyküsüne şahit olmuş banka ve finans sektörü çalışanlarından uzak durun. Sizleri yönlendirmelerine, size fikir vermelerine fırsat vermeyin. Müşterinizden evrak almadan önce bankacınızı arayıp derinlemesine bir istihbarat yaptırmanıza gerek yoktur. Önemli olan satışın yapılması, karşılığında para olmasa da evrakın alınmış olmasıdır. Rakamları onlarla paylaşıp firmanızın gerçek gelir gider analizi yapmalarına imkan sağlamayın. Bir muhasebeciniz var nasıl olsa, yeter…

Bir banka ile çalışmak kararında mısınız? O zaman 2008 yılındaki krizde "batırılan" Kayseri'nin dev tekstil firmalarından birinin yaptığı gibi, rastgele bir banka ile çalışın, ufak hesaplar yaparak kredi oranındaki 1-2 puan indirime, havale masraflarındaki 3-5 kuruş iskontoya göre seçin bankanızı. Ama şunu da unutmayın ki bazı bankalar, havalar günlük güneşlik iken verdikleri kredileri daha yağmur başlamadan en ufak bir kriz emaresinde geri ödemenizi isteyebilir. Siz 2 yıl vadeli aldığınız kredinin taksitlerine göre işlerinizi planlamış olabilirsiniz ama bu bir takım bankaları hiç ilgilendirmez. Önemli olan onların durumudur. İsterlerse kredinin faizini yeniden düzenlerler, isterlerse "hemen kredinin hepsini ödeyeceksin" diyebilirler. Ne tür bir banka ile çalıştığınızın bu açıdan hiçbir önemi yoktur.

İnce ince gelir gider analizi, gerçek kar marjı tespiti vs gibi işlerle zaman harcamayın. Aldığınız fiyat belli, sattığınız fiyat belli. İşleri karmaşık hale getirmenin bir anlamı yok.

Muhasebeci seçiminizde en önemli kriter fiyat olsun. Muhasebeci muhasebecidir, hepsi aynı işi yapar farklı paralar isterler. En az para isteyene muhasebenizi teslim edin.

İşsizlik hala yüksek oranlarda, iş arayan bir dünya insan var. Bu yüzden çalışanların motive olması, onların mutlu olup müşterilere de kaliteli hizmet vermesi vs gibi söylemlerin aslı astarı yoktur. Onları makine gibi görüp en ucuz maliyetle en çok nasıl çalıştırabilirseniz çalıştırın.

Teknolojiyi ihmal edin. Firmanızın kesinlikle internet sitesi olmasın, facebook, twitter vb "şeylerden" uzak durun, internetten işinizle ilgili rakiplerinizle ürünlerinizle ilgili araştırmalara girmeyin. Ülkemizde ve dünyada sizin yaptığınız işi kim nerede nasıl yapıyor araştırmayın. En iyi yol bildiğiniz yoldur.

Yeni fikirlere kapalı olun. Finansal kuruluşların özellikle Ticaret ve Sanayi Odaları ile müşterek düzenledikleri katılımın ücretsiz olduğu ve teşvik edildiği "KOBİ toplantıları" vs gibi organizasyonlara iştirak etmeyin. Fuarları da zinhar takip etmeyin, fuarlara gidip işinizle ilgili, sektörden diğer insanlarla tanışıp ürünleri görmekle, rakipleri tanımakla vs vakit harcamayın.

Güçlü yanlarınız nelerdir, zayıf kaldığınız alanlar nereler, pazarda fırsat var mı, acaba nelerdir, piyasadaki tehditleri tanıyıp buna göre tedbirler almak.. gibi konularda böbürlenmeden, bozulmadan, akıllıca düşünüp zaman ayırıp çalışmalar yapmayı aklınızdan bile geçirmeyin. Her şey olacağına varır.

Devletin birçok alanda özellikle üretim yapan firmalara sağladığı muazzam avantajları araştırmayın, bunlardan faydalanmayın. Kimlere ne tür teşvikler verilebiliyor, hibelerin şartları nelerdir, yurt dışındaki fuarlara katılımlarda nerelerden ne destekler mümkün, KGF de neyin nesi gibi konular ehline malum, yapan yapıyor zaten. Tamamen ihmal edilesi konulardır.

Firmaları batıran (tersi durumda ihya eden) pek çok başlıktan bir çırpıda sayılabileceklerden sadece bir kaçı.. Umarız önümüzdeki yıllarda kurulan firma sayımız artarken kapanan firmalarımızın sayıları da azalır.

25 Haziran 2012 Pazartesi

N'olacak bu çeklerin hali...




Ticari hayatta bir türlü rayına oturtamadığımız konulardan biri de çekler. Eskiden çek verenler bu çeklerin karşılığını ödemediğinde hapis cezası vardı. Çeklerini ödeyemeyen binlerce kişinin hapse girmesi ve "çek mağdurları" olarak seslerini duyurmalarıyla ekonomik suça-hataya ekonomik ceza kapsamında çeklerde hapis cezası kalktı. Bankaların karşılıksız çıkan çeklerle ilgili sorumlulukları arttırıldı. Her bir karşılıksız çıkan çek için banka bin TL ödemekle yükümlü kılındı. Karşılıksız çek kesen kişi mahkeme kararıyla çek yasaklısı olarak kara listeye girecek ve çek bedelini yasal faiziyle ödemedikçe 10 yıl boyunca çek alamayacak.

Mahkeme kararıyla çek alamayacak çek yasaklıları ise aydan aya son derece hızlı bir şekilde artıyor. Nisan ayında 40 bin kişiye çek yasağı getirilirken geçtiğimiz Mayıs ayında ise 90 bin kişi çek yasaklıları listesine girdi. Geçen yılın toplamında 48 bin kişi bu kara listeye girmişken bu yılın sadece ilk beş ayında sayı 157 bini geçti.

İstanbul Ticaret Odası başkanı Murat Yalçıntaş, Mayıs ayında karşılıksız çek sayısının 80 bini geçtiğini belirterek çeklere sigorta getirilmesini öneriyor. 83 bin olan karşılıksız çek adedi ciddi bir rakam ancak bunu son iki seneye bakarak "rekor" olarak nitelemek doğru olmaz. Nitekim 2010 Ocak ayında karşılıksız çek adedi 100 binin üzerindeydi. Ben de şimdi karşılaştırmayı bu tarihin rakamlarını baz alarak yaparsam karşılıksız çek adedi %20 düştü diyebilirim pekala… Bu konuda en mantıklı kıyas, ibraz edilen çek adedi kaç tane, ödenmeyen çek adedi kaç tane şeklinde olmalıdır. Yani karşılıksız çekler ibraz edilen çeklerin yüzde kaçı verisi en sağlam ve dikkate alınması gereken veridir. Buna baktığımızda ise, bankalar arası takas odalarına ibraz edilip karşılıksız çıkan çek adetlerinin, toplam ibraz edilen çek adetlerine oranının yüzde 3,76 olduğunu görüyoruz. 2009 Mart'ında yüzde onu geçen bu oran çok vahim bir seviyede değil diyebiliriz şu aşamada.

Takasa verilen çek adetlerinde banka dağılımına baktığımızda mevduat bankalarının çeklerinin yaklaşık yüzde 60'ının sırasıyla Garanti, İş, Yapı Kredi ve Akbank çekleri olduğu görülüyor. Kamu bankaları çeklerinde ise Halkbank'ın %58'lik payı söz konusu. Vakıf yüzde 26, Ziraat ise %16 paya sahip. Katılım Bankaları segmentinde takastaki çeklerin yüzde 35'i Türkiye Finans'ın, yüzde 29'u Kuveyt Türk'ün, yüzde 21'i Bank Asya'nın ve son olarak yüzde 15'i Albaraka'nın çeklerinden oluşuyor. Banka türüne göre sınıflandırdığımızda mevduat bankalarının payı yüzde 76, Katılım bankalarının payı yüzde 13, kamu bankalarının payı ise yüzde 11.

Karşılığı ödenmeyen çeklerde durum ne olacak, bu sorun nasıl çözülebilir noktasında ise en makul çözüm sigorta vs değil, kim ne derse desin bankaların yükümlülüğün arttırılması. Takasa verilen çek tutarlarının ortalaması yaklaşık 14 bin TL. Yani piyasanın rahatça çekle dönebilmesi için bankanın sorumlu olduğu tutarın bu tutara yaklaştırılması kesin çözüm olur. Bankanın bin TL değil yaprak başına 10 bin TL sorumlu olduğu halde bankalar ister istemez çekleri çok çok ince eleyip sık dokuyarak gerçekten basiret sahibi tüccarları kişileri tercih etmek zorunda kalacaklardır. Bu halde, ticarette çek kullanan firmalar yahut kişiler ancak bankalar tarafından titizlikle çalışılmış ve bunun akabinde kendisine çek defteri verilmiş itibarlı kişiler firmalar olacaktır. Çek defterleri 20'lik değil belki 5'lik defterler halinde verilecek, piyasada dönen çek sayısı epey azalacak ama çeklere itibar kazandırmanın en garanti yolu bu görünüyor…

18 Haziran 2012 Pazartesi

Detektörlü hırsızlar




Başta İstanbul olmak üzere özellikle büyük şehirlerde bankalardaki kiralık kasalara rağbet inanılmaz artmış durumda. Birçok bankanın kiralık kasaları tükenmiş vaziyette. Neden böylesine bir talep patlaması yaşandığını konuşurken, herkesin söylediği bildiği yahut aklına gelen ilk neden birikimi altın olanların artık artan hırsızlık olayları nedeniyle altınlarını evde yahut iş yerinde saklamaktan imtina ettiği yönünde oldu.

Doğrudur, özellikle şimdi okulların tatil olmasıyla milyonlarca aile yaşadığı yerden başka bir bölgedeki yerleşim yerine, memleketine, tatil yörelerine vs. hareket etmeye başladı. Evlerin boşalmasıyla hırsızlara da gün doğmuş oldu. Evlerinden ziynet eşyası çalınan kişileri duyuyorum çevremde, haberlerde okuyoruz maalesef. Güpegündüz dahi evlere girmeye cesaret edip, çok kısa sürede evin en mutena köşelerine saklanmış altınları nasıl hemen bulup götürdükleri muamma idi benim için, ta ki emniyette bu işleri bilen bir arkadaşıma danışana kadar. Meğer evlere girip ne bulursa çalan "adi hırsız"ların yanı sıra sadece "ziynet hırsızı" olan elemanlar mevcutmuş ve bunlar işlerini son derece profesyonelce yapmaktaymışlar. O kadar ki, altın detektörleriyle evlere girip, kısa sürede, altınlar nereye saklanırsa saklansın bu aletle altınların yerini buluyorlar, ortalığı hiç dağıtmadan altınları çalıp gidiyormuşlar.

Yastık altı tabir edilen, evlerde iş yerlerinde vs. muhafaza edilen birikim altın miktarı ülkemiz için net değil. Genel tahminler beş bin ton civarında olduğu yönünde. Bu miktarı abartılı bulanlar da mevcut. İstanbul Kuyumcular Odası başkanına göre olsa olsa iki bin ton yastık altı altın mevcut bizde. Ancak bu rakam dahi çok çok ciddi bir yekûn.

Evin muhtelif köşelerinde altın saklamak,evet çok riskli. Birikimini altın olarak yapanların altınlarını güvenli bir şekilde muhafaza edebilecekleri çok yöntem de yok maalesef. Altını olanların rahat uyuyabilmeleri için üç yol var. Altınlar illa ki evde-işyerinde muhafaza edilecekse mutlaka kasa alınmalı kasada muhafaza edilmeli. İkinci yol bankalardan kasa kiralamak. Yıllık ücretleri ortalama 250TL olan banka kasaları kiralanabilir ki bu sıralar bu kiralık kasalara rağbet oldukça üst düzeyde. Bankaların kiralık kasa ücretleri ve depozito gibi şartları her bankanın internet sitesinden kontrol edilebilir. Üçüncü yol olarak da altınlar bankaya götürülerek kıymetli maden hesaplarına yatırılabilir. Bankaların altın depo hesaplarında altınlar gram bazında kaydi olarak takip edilebilir. Bugün birçok bankanın altın hesabı mevcut, bunlardan hesap işletim ücreti vb. isim altında kesinlikle her hangi bir masraf almayanlar araştırılarak bu bankaların altın hesapları düşünülebilir.

Çalışıp alın teriyle kazanılmış varlıklar birikimler için onları en güvenilir şekilde muhafaza etme çabasında olmak gayet tabiidir. Önce tedbir, sonra tevekkül…

3 Haziran 2012 Pazar

Böyle bankacılık olmaz olsun



Sert bir giriş oldu değil mi? Emin olun anlı şanlı bazı bankaların uygulamaları bu tepkiyi, hatta daha fazlasını hak ediyor. İnsanların neden artık "banka" ve "bankacı" terimlerinden tiksinir hale geldiğini ciddi ciddi sorgulamamız gerekiyor. Bu sektörde yer aldığını bildiğim, oyunu kurallarına göre oynayan, olması gereken şekilde etik bankacılık yapmaya çalışan insanların ve kurumların da en büyük arzusu budur emin olun. Ama maalesef yakinen bildiğim sektörde öyle ahlaksızca çalışan bankalar var ki artık birilerinin bunlara dur demesinin zamanı geçti bile.

Türkiye'nin en büyük ilk 10 özel mevduat bankasından birinde çalışan bir arkadaşımla hasbihal ettik geçenlerde. İşinden, müşterilerden, çalışma koşullarından bahsederken bankacı arkadaşım "her şey bir yana, artık hırsızlık yapmaya takatim kalmadı, daha ne kadar dayanabileceğim bilmiyorum" deyiverdi. Hırsızlıktan kastı genel müdürlük tarafından tevdi edilen satış hedeflerini gerçekleştirmek için o bankanın hemen hemen tüm şubeleri tarafından izlenen yol. Anlattığı tam olarak şu: "Öğleden sonra saat 3'te mail geliyor satış müdürlüğünden, iki saat sonrasına kadar şubeden üç bin liralık komisyon tahsilatı yapılması isteniyor. Bu işin en kolayı, hesabında para olan yahut kredili mevduat hesabı olan ve buradan para çekmiş, hala limiti mevcut insanların hesaplarından limitin büyüklüğüne, hesabındaki bakiyeye göre 20, 30, 40 lira '2012 ikinci dönem hesap işletim ücreti' vs. gibi herhangi bir açıklama ile komisyon kesmek. İnsanların haberleri olmadan sırf hedeflerimizi tutturmak için hesaplarından para çekiyoruz. Bir başka gün merkezden yine bir mail, talimat: 'saat 17'ye kadar her bir şubemiz 15'er adet hayat sigortası poliçesi kesecek.' 2-3 saat içinde banka pazarlamacılarının bu satışı olması gerektiği yoldan yapamayacağını bu maili gönderenler de biliyor elbet. Ama bunu kimsenin umursadığı yok. Biz yine kafamıza göre hesabında para olan müşterilerden rast gele 15 kurban seçip bunlara hayat sigortası yapıyoruz ve hesaplarından bunun bedelini çekiyoruz…" Aklıma gelen ilk soru "Peki bu insanlar bunu fark etmiyorlar mı, arayıp sormuyorlar mı neden bu kadar para çekildi benim hesabımdan, nedir bu" Arkadaşımın yanıtı "İnsanların %90'ı fark etmiyorlar, görseler bile önemsemiyorlar haklarını aramıyorlar. Geri kalan %10'nun da yarısına 'para genel müdürlükten çekilmiş, sistem otomatik, inceleyip dönelim biz size' vs. tarzı şeyler söyleniyor, onlar da bunun peşine düşmüyorlar.."

Bunun gibi daha nice hikâyeler… Bankalar güven müesseseleridir. Güven müesseselerinin böylesine vurdumduymaz çalışma tarzları asla kabul edilemez. Böylesine hoyratça çalışan bankaların bu 'çalışma' tarzlarından muhakkak vazgeçmeleri, daha doğrusu vazgeçirilmeleri gerekiyor. Bunun için evvela en büyük sorumluluk Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'na düşüyor. İkinci olarak da müşterilerin, yani bizim bu sorumluluk… Kredi kullanana yasal olmamasına rağmen zorla hayat sigortası yapan, üst limit belirleyip akabinde kafasına göre dönem dönem hesap işletim ücreti kesen ve daha nice nice etik olmayan şekilde 'çalışmayı' adet edinmişlerin kapısında kuyruk olmanın bir âlemi yok. Düzgün çalışan, etik bankacılık yapan, müşterisini yolunacak bir kaz değil de iş yaptığı bir ortağı gibi gören kurumlarla çalışmayı tercih etmemiz gerekiyor, hepimizin bunun idrakine varması gerekiyor artık.

Her sektörde, her âlemde kötüler, çok kötüler olduğu gibi namusuyla ahlâkıyla o işi yapmaya çabalayan insanlar kurumlar da var elbet. Bize düşen bunları ayıklama gayreti içinde olmak, iyiyi takdir edip kötüyü ayırt etmek, onunla mücadele etmek olmalıdır.

Bankaların kar, aktif, mevduat ve kredileri


Geçtiğimiz hafta itibarıyla tüm bankalar bağımsız denetim raporlarını açıkladılar. Şube sayısı 100'ün üzerindeki 17 mevduat ve katılım bankasının temel kalemlerde elde ettiği sonuçlar şöyle..

Bankalar bu yılın ilk üç ayında şube başına ortalama 470 bin TL, personel başına da 25 bin TL net kar elde ettiler. Şube başına en çok kar 936 bin TL ile Garanti Bankası'na aitken en düşük şube başı kar ise 181 bin TL ile HSBC'de gerçekleşti. Kuveyt Türk, Yapı Kredi, İş Bankası, Vakıfbank, Halkbank, Denizbank, Akbank ve Garanti ortalamayı yakalayan yahut ortalamanın üzerinde şube başı net kar elde eden bankalar oldular.

Net kar artışında bu büyük 17 bankanın ortalaması % 6 oldu. Beş banka geçen yılın ilk üç ayında elde ettiği net karı koruyamadı, en fazla erime HSBC'de gerçekleşti, net karı %32 azaldı. Net karı azalan diğerleri Finansbank, Akbank, Yapı Kredi ve Albaraka.

Merkez Bankası'nın bazı düzenlemelerinden sonra bankaların altın hesaplarına ilgileri de arttı. Akbank, Ziraat ve Vakıfbank ilk kez kıymetli maden depo hesapları açtılar bu yıl. Şu an sadece ING kaldı kıymetli maden depo hesabı olmayan banka. Altın hesaplarda iki milyar TL ve üzeri altını olan dört banka var, zirve yarışı içindeki bu dört banka sırasıyla İş Bankası, Garanti, Halk Bank ve Kuveyt Türk… Finansbank ve Bank Asya bu dönemde mevcut altınlarını en çok arttıran bankalar oldu.

Son bir yılda büyüklüğünü en çok arttıran bankalar ise sırasıyla aktifini %44 arttıran Kuveyt Türk, %30 ile Denizbank ve %24 ile Vakıfbank oldu. Son aktif büyüklük sıralamalarına göre Türkiye'nin en büyük ilk üç özel bankası İş, Garanti ve Akbank oldu..

İlk çeyrekte en zorlanılan başlıklardan biri şüphesiz mevduat idi. Sektördeki toplam mevduat 2011 yıl sonundan geçtiğimiz Mart sonuna kadar değişmedi denebilir. Bu dönemde mevduatta en başarılı bankalar Denizbank, ING ve Vakıfbank oldu. Mevduatı artmak bir yana eriyen bankalar da oldu, en çok mevduat erimesi sırasıyla Ziraat Bankası, İş Bankası ve Yapı Kredi'de oldu.

Son olarak krediler..Kredilerde en çok artışı Albaraka, Akbank ve Vakıfbank elde etti. Kredilerde frene basan banka olarak Ziraat Bankası dikkat çekiyor.

Bu veriler konsolide olmayan finansal tablo verileri. Şube sayısı 100'ün üzerindeki 17 banka şunlar: Akbank, Albaraka, Asya, Denizbank, Finansbank, Garanti, Halkbank, HSBC, ING, İş, Kuveyt Türk, Şekerbank, TEB, Türkiye Finans, Vakıfbank, Yapıkredi, Ziraat.

Çok mu karmaşık, cari açık?


Ekonomi ile ilgili bazı terimleri sık sık duysak da çoğu zaman anlamak için kafa yormayabiliyoruz. Bunların açıklamalarının karmaşık olabileceği ihtimalini peşinen benimseyip anlamak için kendimizi yormayabiliyoruz çoğu zaman. Aslında çoğu konuyu anlayabilmek için de çok kafa yormak gerekmiyor. Yeter ki her şey basitçe ayrıntılara inmeden anlatılsın.

Bu girişten sonra sürekli gündeme gelen baş ağrımız "cari açık" üzerine konuşalım. Cari açık özetin özeti şu demek. Yabancı ülkelere giden dövizin, yabancı ülkelerden bize gelen dövizden fazla olması durumudur. Bizim ülkemizden yabancı ülkelere neden para gider, oralardan bize neden para gelir? Bunun başlıca nedeni tabi ki her türlü mal ithalat ve ihracatıdır. Biz ülkemizde bir şeyler üretip bunu diğer ülkelere satarız (ihracat yaparız), diğer ülkelerden de oralarda üretilmiş bazı şeyler satın alırız (ithalat yaparız). Buna "genel mal ticareti" denir. Bu mal ticareti sürekli bizim aleyhimize işler maalesef, yani biz sürekli bir şeyler üretip bunu dışarıya satar 100 dolar kazanırken diğer yandan da 130-150 dolarlık mal alırız dışardan. Genel mal ticaretindeki bu aleyhimize denge 2009'da 28 milyar dolar, 2010'da 56 milyar dolar iken geçen yıl 84 milyar dolara çıktı. Bu yılın ilk üç ayında ne oldu derseniz, dünyaya 38 milyar dolarlık mal sattık, diğer ülkelerden de 54 milyar dolarlık mal aldık. 16 milyar dolarlık bir açığımız oluştu ki buna "dış ticaret dengesi" deniyor. Geçen yılın ilk üç ayında dış ticaret dengesi 21 milyar dolar eksideydi, bu yıl bu rakam ihracatımızın artmasıyla 16 milyara düştü.

Para sadece mal için gelip gitmiyor tabi ki. Bunun yanı sıra hizmetler dengesi dediğimiz bir kalem var. İlk akla geleni ve en önemlisi turizm başta olmak üzere, taşımacılık, inşaat hizmetleri gibi çeşitli hizmetler. Mal ticaretinde rakamlarımız ekside iken hizmetlerde ise aldığımız hizmetten daha fazlasını satıyoruz, para kazanıyoruz. Geçen yıl 39 milyar dolarlık hizmet sattık, 21 milyar dolar da hizmet satın aldık, net 18 milyar dolar para girişi olmuş oldu ülkemize.

Tüm bu hesapların tutulduğu "ödemeler dengesi" dediğimiz tabloda bir de hakkında türlü türlü söylentiler dolaşan net hata noksan dediğimiz bir kalem vardır. Bu kaynağı belli olmayan, nereden geldiği yahut nereye gittiği belli olmayan tespit edilebilen para miktarıdır. Bunun nedenleri hakkında en yaygın inanış başta İran ve Irak olmak üzere orta doğu ülkeleriyle yapılan mal ticaretinden elde edilen kazançların nakit olarak yurda sokulması. Bunun kanıtlanmış literatüre geçmiş bir tarafı yok tabi ki sadece söylenti. Geçtiğimiz üç beş yılın ortalaması iki üç milyar dolar civarında iken bu rakam 2011'de tam 12 milyar dolar oldu ve tüm dikkatleri üzerine çekti. Hizmetler dengesi dediğimiz turizm inşaat taşımacılık vs.de toplam 18 milyar dolar artımız varken 12 milyar dolar kaynağı belirsiz bir para girişinin ilgi çekmesi ve hakkında spekülasyonlar yapılması gayet normal. Bu yılın sadece ilk üç ayında net hata noksan dediğimiz bu kaynağı belirsiz para girişi 4 milyar dolara yaklaştı, geçen yılın aynı döneminde bu para 2,8 milyar dolar idi..

Son olarak mal, hizmet ve diğerlerinin genel toplamı olarak neticede geçen yıl 77 milyar dolar açık verdik. Ülkemizden giden para, gelen paradan 77 milyar dolar fazla idi (cari açık). Geçen yılın bu rekor rakamı alınan bazı tedbirlerle hızını azaltma eğiliminde. Geçen yılın ilk üç ayında cari açık 22 milyar dolar iken bu yıl 16 milyar dolara geriledi.

Bu açık nasıl finanse ediliyor, neden önemli vb gibi sorular ise başlı başına bir yazı konusu…

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Bankacılık sektörünün ilk çeyrek karnesi

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu bu yılın ilk çeyrek bankacılık sektörü sonuçlarını açıkladı. Henüz bankaların tek tek bağımsız denetim raporlarını açıklama süreci devam ediyor. Yedi bankanın ayrıntılı sonuçları elimizde, diğerleri de bugün yarın finansal tablolarını açıklarlar. Dolayısıyla karları, faaliyet gelirleri vs arttıranlar geçen yılın gerisinde kalanlar henüz banka bazında belli değil.

Bankaları sevseniz de sevmeseniz de şu anki finansal yapıda onlar piyasanın temel taşlarıdır. Öylesine devasa yapıda olan bankalar vardır ki zararları krizleri ülkeleri dahi krizlere sürükleyebilir. Genel anlamda sektörün gidişatının durumunun bilinmesinde fayda vardır.

Türk bankacılık sektöründe 2012'nin ilk çeyrek sonu itibarıyla 48 adet banka mevcut. Bunlardan 31 tanesi "mevduat bankası", 13 tanesi "kalkınma ve yatırım bankası", 4 tanesi de "katılım bankası" olarak faaliyetlerinde devam etmekteler. Bir de yeni oyuncu giriyor sektöre. 12 yıldan bu yana yeni bankacılık lisansı verilen ilk ve tek banka, ülkemizdeki HSBC bankasından transfer edilen isimlerle yönetilecek ve Türkiye'de "Odea Bank" ismiyle faaliyet gösterecek bir banka.

Bu mevcut 48 bankanın yaklaşık 11 bin şubesi ve 195 bin personeli mevcut. İlk üç ayda şube sayısı sadece 62, personel sayısı da 255 kişi artış gösterdi. Geçmiş dönemlere bakılınca şubeleşmedeki hızın ve buna bağlı olarak personel alımının yavaşladığını söyleyebiliriz.

Bankaların net karlılığı 3 ayda %12 artarak 6 milyar 124 milyon TL oldu. Bundaki en büyük etken ise bankaların mevduata verdikleri faizi düşürmeleri, öte yandan kredilerden aldıkları faizi ise yükseltmeleri.

Bankaların büyüklüğünü varlıklarını gösteren aktif büyüklük ise sadece %1 artarak 1 trilyon 229 milyar TL oldu. Az artışta yabancı para varlıklara bağlı olarak döviz kurlarının düşmesi en büyük etken.

Krediler cari açık için suçlu ilan edilip frenlenmesi için alınan onca tedbire rağmen arttı. Üç ayda mevcut kredi riskine ilaveten bankalar 16 milyar TL daha kredi dağıttılar ve toplam kredi riski dönem sonunda 700 milyar TL oldu. Kur etkisi sıfırlanınca bu artış %20'ye tekabül ediyor ki çok ciddi bir büyüme oranı bu. Bu artışın en büyük nedeni, yarısından fazlası, kredileri frenlemeyen ticari sektör kaynaklı. KOBİ'lerdeki artışın %10'da kaldığı, bu dönemde kredilerin küçük işletmelerden çok ticari kurumsal firmalara aktarıldığı anlaşılıyor. Bankaların verdiği 100 liralık kredinin 44 lirası ticari kurumsal kredilerde, 33 lirası bireysel kredilerde, geri kalan 23 lirası ise KOBİ kredilerinde. Batık kredilerin artışı ise kredilerin sektörlere göre artış oranıyla orantılı değil. Batıklarda en büyük artış tüketici kredilerinde ve kredi kartlarında oldu bu dönemde..

Kredilerdeki kur etkisi olmaksızın gerçekleşen %20'lik artışa karşın mevduatta ne oldu? Sektörün en acıklı tarafı mevduat olarak göze çarpıyor. Yurt içi tasarruf oranı BDDK'nın ifadesiyle "tarihi en düşük seviyelerinde" Bu şu demek, insanlar artık bankalara mevduat getirmiyorlar. 3 ayda bankalardaki toplam mevduat sadece binde 1 arttı.

Son olarak, altın fiyatlarındaki dalgalanma ve altın konusunda uzmanlaşan bazı bankaların çeşitli ürünlerle alternatif yatırım araçları sunması kıymetli maden depo hesaplarını (Altın) tabiri caiz ise patlattı. Mevduat binde 1 artarken aynı dönemde büyük ilgi görmeye başlayan altın hesaplar ise %15'in üzerinde büyüyerek 9 milyar dolara ulaştı.

Özet olarak ilk çeyrek sonuçları böyle. Yeni oyuncular ve yedek kulübesinde uyutulanların bazılarının daha oyuna gireceği değişik bir dönem olacak bu yıl…


6 Mayıs 2012 Pazar

Kredi kartı borçlarımız coştu


Kredi kartını kullanmayı öğrenemedik. O kadar can yakmasına rağmen o kadar söylenmesine rağmen hala kredi kartını çok yanlış kullanıyoruz. Bu ürünle ilgili bilmemiz gereken en önemli şey şudur: kredi kartı bir borçlanma aracı değildir, sadece bir ödeme aracıdır. Yani paramız yoksa nasıl harcama yapamaz isek dönem sonunda ödeyemeyeceğimiz durumda da harcamadan kaçınmamız gerekiyor.

Durum hiç de öyle görünmüyor oysa. Kredi kartı borçlarımız aydan aya sürekli keskin bir şekilde artıyor. Şubat sonu itibarıyla ülkemizde kredi kartı olan kişilerin kredi kartı borçları toplamı 60 milyar TL'ye yaklaştı. Geçen yılın aynı dönemine göre kıyaslandığında %33, yani üçte bir oranında bir artışa tekabül ediyor bu oran. Mevduat artışının aynı dönemde %11'de kaldığını hatırlarsak, bankacılık sektöründe son bir yılda %33'lük bir artış çok ciddiye alınması gereken bir oran..

Bir çok banka için kredi kartı en önemli gelir kalemlerinden biri haline geldi. Sadece yıllık kart ücretlerinden bir bankanın yüzlerce milyon TL para kazandığı bir durum söz konusu. Bankalar böylesine para kazandıkları bir ürünün pazarlamasında da inanılmaz agresifler.

Piyasadaki kredi kartı sayısı 55 milyona yaklaştı. 2011 sonu itibarıyla en çok kredi kartı olan ilk üç banka ve kart adetleri şöyle: Yapı Kredi 9,7 milyon adet, Akbank 9,5 milyon adet, Garanti 9,4 milyon adet. Her bir karttan yıllık 50 TL ücret alındığını hesaplarsanız kabaca, 400 milyon TL'nin üzerinde bir gelir görürsünüz bu her bir banka için..

Kredi kartı, doğru bankadan alınmış ise ve doğru kullanılır ise güzel bir ödeme aracıdır. Yanlış kullanıldığında ise çok acı sonuçlar doğurur. En azından temelde şunlara dikkat edilmelidir:

Kredi kartını doğru bankadan alın. Kart basım ve her ay ekstre gönderim maliyeti vb için yıllık 5 -10 lira makul bir ücrettir. Ancak bireysel bir kredi kartı için yıllık 60 lira 70 lira olan kartları tercih etmeyin. Yıllık ücreti olmayan, makul bir ücret talep eden yahut ekstreyi e-mail ile alıp her ay basılı zarf içinde ekstre istemez iseniz kart ücreti almayan bankaların kredi kartlarını araştırıp bunları değerlendirin.

Puan bonus vs odaklı olmayın çok fazla. Bunlar harcamayı teşvik eden tüketicileri gıdıklayan pazarlama promosyonları. Kredi kartını, sizi yanınızda nakit taşımaktan kurtaran bir araç gibi görün.

Taksitlerden mümkün mertebe kaçının. Hiç olmazsa taksitleri kısa tutun. Kullanım ömründen fazla sürede taksitle mal almanın bir alemi yok.

Kredi kartından nakit çekimden ateşe dokunmaktan çekinir gibi çekinin. (Oysa geçen sene 95 milyon kez nakit çekme işlemi yapıp 25 milyar TL para çektik kredi kartlarından)

Ay sonunda hepsini ödeyemeyeceğiniz tutarda harcama yapmayın. Ay sonunda bin lira ödeyebileceğim ama şu tatile de gideyim hele, 1500 lira olsun borç, geri kalanını da sonra öderim derseniz kredi kartı borcu sarmalına girer çıkamazsınız.

Doğru kullanıldığında güzel bir ürün, doğru kullanalım canımız yanmasın.

25 Nisan 2012 Çarşamba

Ortak ATM'de kim ne alıyor?


Cüzdanımızdaki banka kartları (ATM kartları) çılgınca artıyor. Beş altı sene önce 40 milyon civarında banka kartı varken bu rakam neredeyse ikiye katlanarak 80 milyonu geçti. Banka kartlarıyla geçen yıl 760 milyon kez para çekme işlemi yapıldı, her işlemde aşağı yukarı 320 TL para çekildi. 243 milyar liralık para ATM'lerden dolaştı yani.. ATM sayısı da aynı hızda arttı geçen sürede. Bundan beş altı sene önce 15 bin ATM varken, geçtiğimiz ay sonu itibarıyla 33 bini geçti ATM sayısı.

ATM'leri ortak kullanma fikri çok eski değil. Her bankanın kartıyla her ATM'de işlem yapabilme fikri 4-5 yıl önce ciddi ciddi konuşulmaya başlandı ve genelde olumlu karşılandı. Büyük bir iki bankanın isteksiz oluşuna rağmen uzlaşıldı ve Ekim 2009'dan sonra ortak ATM kullanımı başlamış oldu.

Ortak ATM kullanımında bilinmesi gereken en temel şey para çekiminde yahut bakiye sormada alınan temel bir ücret vardır ve bu, ATM hangi bankaya ait ise ona ödenir. Bu ücret Bankalararası kart merkezinin sitesinden ilan ettiği üzere, bakiye sormada 24 kuruş, para çekmede ise 91 kuruş sabit ücrete ilaveten çekilen paranın yüzde 1'idir. Ortak ATM'den para çekiminde yahut bakiye sorgulamada bu tarifenin üzerinde bir masraf alınıyorsa, kesilen paranın geri kalanını kartını kullandığınız banka alıyordur. Bu tarifede çekilen 100 TL için 1 lira 91 kuruş komisyon vardır ve bu komisyon hangi bankanın ATM'sinden işlem yapıyorsanız o bankaya ödenir. Örneğin, Garanti bankasının kartıyla Akbank'ın ATM'sinden 100 TL çekildiğinde 1,91 TL Akbank'a ödenir. Ama sizden 5 TL kesilmişse, bunun 1,91 TL haricindeki tutarını, kartını kullandığınız Garanti Bankası kesmiş demektir. Ortak ATM kullanımında şu an müşterisinden ekstra bir komisyon almayıp sadece karşı bankaya ödenecek komisyonu alan iki banka var, Albaraka ve Kuveyt Türk… Denizbank, Yapı Kredi ve Akbank ise ATM kullanımlarında 40-50 kuruş ilaveten ”makbuz ücreti” almaya başladılar.

91 kuruş rakamı ve %1 oranı aslında makul. Buraya kadar bir sorun yok. Sorun, ATM'si kullanılan bankaya verilen %1 ve 91 kuruş'un yanı sıra kart sahibi bankanın “ben de bu işten para isterim” demesi. Sorun, çoğu bankanın ortak ATM kullanımını, kart verdiği müşteriye bir kolaylık olarak değil de buradan güzel karlar elde edilecek bir alan olarak görmesi. Kart sahibi bankalar ücretleri o kadar arttırdılar ki ortak ATM'lerden para çekme ücretleri epey farklılaştı.

En güncel haliyle bankaların ortak ATM kullanım ücretleri ve aşağıdaki bankaların kartlarıyla herhangi bir başka bankanın ATM'sinden 100 TL çekildiğinde çıkan masraflar aşağıdaki tabloda. Garanti Bankası 500 TL, Akbank ve Vakıfbank 350 TL üzeri çekimlerde tarifeyi değiştirmekteler. “Makbuz ücreti” alan bankaların aldıkları bu ücretler toplam masrafa yansıtılmıştır:

18 Nisan 2012 Çarşamba

BES'te neler oluyor




Dün Ali Babacan Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) ile ilgili önemli bazı açıklamalar yaptı. BES'te neler oluyor diyerek konuyu iyi bilen bir isim ile, Kerim Barkın Yüksel ile görüştüm.

BES'te bazı şeyler değişiyor, değişikliğe neden ihtiyaç duyuldu?
Önceden BES'teki teşvik unsuru vergilerdeki indirim şeklindeydi, gelir vergisinde indirim şeklinde bundan faydalanılıyordu. Ancak sadece katılımcıların üçte birinin bu avantajdan faydalanabildiği görüldü. Değişikliğe gidilmesinin altındaki temel neden bu.

Sistemin en önemli avantajı vergi avantajı ama insanların büyük çoğunluğu bundan faydalanamıyordu yani.. Yeni sistemde ne değişiyor peki?
Yeni sistemle, BES'e giren herkes katkılardan istifade edecek. BES'e yatırılan miktar önce Emeklilik Gözetim Merkezine, bu merkez de ilgili kamu kuruluşuna iletecek. Örneğin, sisteme 100 lira koyan vatandaşa, 25 lira da devlet katkı sağlayacak. Bu 25 liralık kısım ayrı hesapta tutulacak. Maksimum devlet katkısı da yıllık brüt asgari ücretin yüzde 25'i ile sınırlı olacak.
Yeni sistemde ev kadınları da doğrudan vergi avantajından faydalanabilecek. Avantajdan faydalanılması için vergi mükellefi olunması şartı da kaldırmış durumda. Eski sistemde ev hanımı katkı payını eşi öderse (eşi vergi mükellefi olduğu için) avantajdan faydalanabiliyordu

Hali hazırda vergi avantajı elde edenler için bir şey değişmiyor gibi?
Önceki sistemde ödenen katkı paylarından hak edilen vergi maaş üzerinden iade ediliyordu. Şimdi maaş hesabına ilave edilmesi değil de ayrı hesapta tutulacak olmasının sisteme olan ilgiliyi pozitif etkilemesi beklenmektedir. Şu andaki uygulamada vergi iadesi alabilecek için katkı payı ödeyen katılımcının ödemelere ait dekontları şirketindeki Muhasebe servisine iletmesi gerekiyor. Vergi iadesinden katılımcıların ortalama %35'i faydalanmaktaydı. Bu yeni yöntem ile katılımcı hiçbir şey yapmadan iadeleri otomatik alarak ayrı bir hesaptan takip edebilecek. BES müşterisi net bir şekilde ne tutarda avantaj elde ettiğini görebilecek. Sağlanan avantaj maksimum tutarda yine aynı, yıllık brüt asgari ücretin %25'i..

Birikimleri istediği zaman çekebilecek mi insanlar?
Kademeli olarak geri çekme hakkı verilecek. Burada amaç vadeyi uzatmak. Devlet katkı payına ilk 3 yıl boyunca dokunmak mümkün değil, 3'üncü yılın sonunda yüzde 15'ini, 6'ıncı yılın sonunda yüzde 30'unu, 10'uncu yılın sonunda yüzde 60'ını alabilirken, ancak emekli olunca bu katkı payının tamamını alınabilecek.

Uygulamada kişi BES'teki birikimini istediği zaman çekebiliyor muydu?
Önceki sistemde katılımcı sistemden erken ayrılmak istediğinde %15 - %10 gibi tüm birikimlerinden stopaja maruz kalıyordu. Artık stopaj ana paraya değil sadece devletin yatırdığı katkı payına ve toplam getiriye uygulanacak.

Bu eskisine göre yatırımcı için daha cazip değil mi?
Evet, artık sistemden erken ayrılmalarda vergi kesintisi ana para ve kar toplamına değil, sadece kar ve vergi avantajına uygulanıyor. Amaç vergi avantajını hak etmek istiyorsan sistemde emekli olana kadar kal. Daha adil bir yöntem.

Bankaların Şube ve Personel Sayılarındaki değişim


Altınlar eve mi bankaya mı...




Son zamanlarda bankaların müşterilerinin ziynet altınlarını alarak bunları müşterilerin hesaplarına kaydî olarak yatırmaları ile ilgili çeşitli yazılar yayınlandı. Bu yazılardaki bazı bariz hatalar üzerine konunun uzmanı biriyle görüşerek ona bazı sorular sormak gereği hissettim ve bankaların fiziki altın toplaması konusunda uzman bir isim olan Evren Yaşar ile görüştüm:

İnsanlar neden evlerindeki kasalarındaki altınları bozdurmak için bankalara götürürler?

Altın, birçok ailenin zor günleri için tuttukları ya da ev araba gibi hayallerini gerçekleştirmek için biriktirdikleri bir yatırım aracıdır. Bu nedenle altının saklanması bir nevi insanların hayallerinin ya da geleceğinin saklanması gibidir. Kişilerin bir amaç için biriktirdikleri altınlarını bankalara getirmesinin altında yatan en büyük sebep aslında güvenlik güdüsüdür. Altın önemli bir yatırım aracı olmakla beraber, saklanması ve korunması da bir o kadar zordur. Çalınma riskine karşılık olarak genel olarak altın sahipleri ya bankaların kiralık kasalarını kullanmakta ya da tanıdıkları kuyumculara altınlarını bırakmaktadır ancak bu iki durumda da altınlar tam anlamıyla güvende kalmamakta, masraflı olmaktadır. Bu altınların bankaya yatırılması ile vatandaşların elde edeceği bir başka avantaj ise, genelde zor günlerde altın bozdurulmak istendiğinde, eğer bu altın bir takı seti yahut bilezik ise kişi bunun tamamını bozdurmak durumundadır. Fiziki altın bölünemez, oysa hesapta bulunan kaydi altın ise bölünebilir, kişinin ne kadar paraya ihtiyacı varsa o kadarını alır ve geri kalan kısmı ise yine altın olarak kişinin hesabında kalır dolayısıyla altın tasarrufunu devam ettirebilir. Ayrıca bankada bulunan altın internet şube vasıtasıyla her an alınıp satılabilir, dolayısıyla her an fiyat hareketlerinden yararlanılabilir. Bankalarda tutulan altının 50,000 TL’ye kadar olan kısmı da devlet güvencesi altındadır.

Bankaların kişilerden altın alma işi nasıl oluyor?

Kişi altınlarını şubeye götürür. Altın burada uzmanlar tarafından incelenir; ayar ve ağırlık tespitinden sonra müşteriye altının saflığı, gramajı, içindeki has altın miktarı, hesaba geçecek gram miktarı belirtilir. Müşteri kabul ettiği takdirde altın miktarı müşterinin hesabına gram olarak geçer.

Altının işçilik maliyeti ne olacak?

Takıların sadece saf altın miktarı dikkate alınıyor olacak. Eğer altın alırken buna işçilik ödendiyse bu değerlendirilmeyecektir. Bu nedenle fazla işçilikli altınları bankaya vermek çok mantıklı olmayabilir.

Alım satım kaynaklı her hangi bir değer kaybı olacak mı peki?

Belirtilen has altın miktarı müşterinin hesabına altın olarak yatırılır. Herhangi bir şekilde alım satım işlemi olmadığı için müşterinin al sat kaynaklı kur kaybı da olmayacaktır. Bir kişi eğer önce kuyumcuya gider ve altınlarını bozdurursa ve buradan aldığı TL ile gelip tekrar altın alırsa bu durumda önce alış kurundan altınlarını satacak sonra bankadan satış kurundan tekrar altın alacaktır. Oysa bankaların bu uygulamasında bir alış satış olmadığı için bu şekilde bir kayıp söz konusu değildir. Bankanın altın alım işlemlerinde en iyi fiyat garantisi bulunmamaktadır. Paraya sıkışmış ve altınlarını satıp TL'ye dönmek isteyen kişiler için banka en iyi çözüm olmayabilir.

Müşteriler bankaya verdikleri altınları geri alabilir mi?

Bankaya verilen altınlar orada aynen muhafaza edilmemektedir. Altınlarını bankaya veren kişiler hiçbir şekilde altınını verdiği şekilde geri alamayacaktır. Toplanan altınlar rafine edilerek 24 ayar külçe haline getirilecektir. Bu nedenle bilezikler ya da cumhuriyet altınlarının formları değiştirilerek külçe altın haline getirilmekte ve müşteriler adına bu şekliyle muhafaza edilmektedir.

Peki müşteriler altınlarını nasıl geri alabilirler?

İki şekilde işlem yapabilirler. Birinci yöntem altını bozmak istedikleri günkü kurlar üzerinden TL ya da Dolar karşılığını alabilirler. İkinci yöntemle ise bir katılım bankasında külçe gram altın olarak alabilirler.

Banka hesabına geçen altınların bir getirisi oluyor mu peki?

Şu an sadece bir katılım bankası topladığı ve hesaba geçen bu altınlara kar payı vermektedir

28 Mart 2012 Çarşamba

Bankaların 2011 karneleri




Geçtiğimiz yıla 49 banka ile başlayan sektör, 2011 yılı içerisinde bir birleşme yaşadı ve 2011’i 48 banka ile bitirdi. Fortis, tüm aktif ve pasifiyle geçen yılın Şubat ayından itibaren TEB’e katılmış oldu.

Türk Bankacılık Sektöründe otuz bir adet mevduat bankası, on üç adet Kalkınma ve Yatırım Bankası, dört adet Katılım Bankası toplam 48 banka mevcut. Bunların yaklaşık on bin şubeleri ve toplam iki yüz bin personeli bulunuyor Türkiye’nin her yanında.

Karlılıklar açısından 2011 bankalar için çok iyi bir yıl olmadı. 2010’da bankalar 22 milyar TL’yi aşkın net kar elde etmişler iken, 2011’de net kar yaklaşık 20 milyar TL olarak gerçekleşti. Tüm sektörün net karının yarısından fazlası ise sektörün dört büyüklerine ait: İş, Garanti, Ak,Yapı Kredi.

Belli bir büyüklükteki mevduat ve katılım bankalarının tablolarına baktığımızda net kar artışında katılım bankalarının ve kamu bankalarının ilk sıraları paylaştığını görüyoruz. Denizbank’ın Deniz Emeklilik ve Deniz Türev’in satışından elde ettiği gelirini bir kenarda tutarak karını en çok arttıran bankaları sıralarsak, en çok kar artışını %22 ile Kuveyt Türk, %19 ile Albaraka, %13 ile Türkiye Finans, %6 ile Vakıfbank ve %2’şer artışla Halkbank ile Denizbank sağladılar. Net karı geçen yıla göre en çok düşen üç banka ise %43 azalışla Ziraat, %31 azalışla TEB ve yine %31 azalışla Şekerbank oldu. Mevduat bankalarının her bir şubesi ortalama 1 milyon 700 bin TL, Katılım Bankalarının her bir şubesi ise 1 milyon 200 bin TL net kar elde etmiş oldular ortalamada.

Şube başına 3 milyon TL üzerinde net kar elde eden iki banka Garanti ve Akbank olurken şube net kar ortalaması 1 milyon TL altında kalan bankalar HSBC, Şekerbank, TEB ve ING olarak dikkati çekiyor.

Banka büyüklükleri sıralaması da değişti yıl içinde. Aktif toplamı büyüklüğüne göre belirlenen bankaların büyüklüklerinde üst sıralara çıkabilen dört banka oldu. İş Bankası Ziraat Bankasını liderlikten indirerek bir basamak çıktı ve Türkiye’nin en büyük bankası oldu. Halk Bankası bir basamak çıkarak Vakıfbank’ı geçti ve en büyük altıncı banka oldu. TEB, Fortis’i bünyesine katarak bir basamak yükseldi ve en büyük dokuzuncu banka oldu. Son olarak Kuveyt Türk, Şekerbank ve Türkiye Finans’ı geçerek iki basamak yükseldi ve en büyük bankalar sıralamasında 14.lüğe yükseldi.

Altın bankacılığında ise tam bir ralli yaşandı 2011’de. Bankalarda 44 ton altın vardı yıla başladığımızda. Yıl sonuna geldiğimizde ise bankalardaki altın miktarı 150 ton oldu. Altın bankacılığının en ciddi oyuncuları ise Garanti, İşbankası, Halkbank, Kuveyt Türk ve Yapı Kredi. Bu beş banka, sektördeki altın miktarının yaklaşık dörtte üçüne sahipler. Denizbank ve Bank Asya altın bankacılığında hayli iddialılar. Bu yıl bu iki bankanın agresif altın pazarlaması sektörde sıralamaları ve pazar paylarını değiştirecek gibi görünüyor.

Son olarak, Faaliyet gelirleri toplamına baktığımızda üç bankanın geçen yılki gelirlerinin altında kaldığını görüyoruz. Bunlar Ziraat Bankası, Akbank ve Yapı Kredi. Faaliyet gelirlerini en çok arttıran ilk üç banka ise TEB, Kuveyt Türk ve Türkiye Finans oldu.

Bankaların 2011 yıl sonu karneleri kısaca böyle. 2012, geçen yıldan daha iyi geçecek bankalar açısından. Karların arttığı, şubeleşmenin hız kesmediği bir yıl olacak bu yıl…

9 Mart 2012 Cuma

Bankaların bono yarışı



Bu yıl bankalar için bono yılı olacak. Daha önce ülkemizde faaliyet gösteren sadece 13 adet kalkınma ve yatırım bankasının ihraç yetkisi olan banka bonoları Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun 30 Eylül 2010 tarihindeki kararından sonra 31 adet mevduat bankası tarafından da ihraç edilebiliyor artık.

Bono ihracı izni mevduat bankaları için oldukça önemli bir gelişme idi. Bankaların bilançolarındaki pasif tarafları gelişmiş ülkelerde epey geniş bir yelpazede olabiliyorken bizde pasif tarafta yabancı kaynak olarak mevduattan başka bir kalem yer almıyordu neredeyse. Yurt dışı sendikasyonlardan da sadece büyük bankalar ve stabil finansal ortamlar mevcut iken yararlanılıyordu.

Yurt dışında finansal istikrarsızlığın had safhada olduğu bir zamanda yabancı para cinsinden uygun maliyetlerle borçlanmakta zorlanılacak bir ortamdayız. İşte böyle zor bir zamanda bankaların likidite sıkıntısına girebileceği öngörülerek kalkınma ve yatırım bankalarının yanı sıra mevduat bankalarına da bono ihraç yetkisi verildi 2010 sonunda. Henüz iki ayını doldurduğumuz bu yılın ihraçlarına baktığımızda hemen hemen bono ihraç etmemiş belli bir aktif büyüklüğün üzerinde banka bulunmuyor. Bonolar böylesi bir zamanda bankalar için can suyu oldu.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun karar tarihindeki hesabına göre sektördeki bankaların ihraç edebileceği bono tutarı toplam 51 milyar TL. Henüz bu limitin çok altında bir bono ihracı gerçekleşti. Yani daha ihracını göreceğimiz çok bono olacak. Diğer yandan katılım bankaları da bilançolarının pasifindeki tek ağırlıklı kalemden kurtularak ellerini hafifletmek istiyorlar artık. Onlar da tahvil benzeri faizsiz ürün "Sukuk" ihracı ile bunu gerçekleştirecekler. Kuveyt Türk, Türkiye'de ilk kez gerçekleştirilen Sukuk ihracı ile önce 100 milyon dolar sonra 350 milyon dolarlık kaynak temin etti. 200 milyon dolarlık ihraçla Albaraka ve 300 milyon dolarla Bank Asya da sukuk ihracı için uygun zamanlamayı bekliyorlar. Türkiye Finans da diğer katılım bankaları gibi sukuk ihracında gecikmeyecektir. Sukuk ve bono ihraçları bankaların kaynak ihtiyaçlarının ilacı. Kısa vadeli mevduatlara nazaran uzun vadeli olmaları büyük avantaj. Genelde 6 ay en fazla da 1 yıl vadeli olabilen bonolarda yakın zamanda ihraç yapan bankaların ihraç tutarları ve oranları ise şöyle gerçekleşti:

Ekim 2011: Denizbank yıllık 11,11 oran ile 250 milyon TL.

Kasım 2011: Finansbank 10,45 oran ile 200 milyon TL.

Aralık 2011: Yapı Kredi 10,92 oran ile 1 milyar TL.

Ocak 2012: Vakıfbank 10,87 oran ile 1 milyar TL, İş Bankası 11,14 oran ile 1 milyar TL, Garanti 10,98 ile 1 milyar TL, Halkbank 11,31 oran ile 750 milyon TL, TEB 11,38 oran ile 350 milyon TL ve Akbank 11,24 oran ile 250 milyon TL.

Şubat 2012: Ziraat 10,02 oran ile 1 milyar TL ve ING 9,65 oran ile 1 milyar TL.

En çok ilgiyi 4 katı taleple Ziraat Bankası görürken Denizbank'ın 399 gün vadeli tahviline ise ilgi çok düşük kaldı, 50 milyon TL'lik Denizbank tahvillerine talep 30 milyon dahi olmadı.

Mevduat bankalarının bono ihracı Türk Bankacılık sektörü için bir ilk.. Her bankanın ihraç edebileceği maksimum tutarın ayrıntılı formüllerle belirlendiği sürecin sıkı takipçisi Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu. Bu ihraçların sektöre etkisini hem kredilerde hem mevduatta bu yıl göreceğiz…

28 Şubat 2012 Salı

Bankaların sevgilileri




Bankaların patronu Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun başkanı Tevfik Bilgin geçen gün bir seminerde malumu ilan etti, “kredi kartı olan herkes tüm kart borcunu zamanında ödese bankalar kredi kartı işini bırakırlar” dedi. Kredi kartı borcunu gecikmeli faizle ödeyen tüketicilerin kart pazarını cazip kıldığını, kart borcunu zamanında ödeyen müşterilerin bankaların işine gelmediğini açıkça söyledi başkan. Bankalar kart borcu olan müşterileri severler yorumları yapıldı medyada haklı olarak.

Bankalar sadece kredi kartı borcu olanları sevmekle yetinmiyorlar. Öyle ürünler var ki onları kullanan müşterilere bayılıyor bankalar. Bu ürünlerin en başında kısaca KMH denilen Kredili Mevduat Hesabı müşterileri geliyor. KMH müşterileri bankaların asla ayrılmaya tahammül edemeyecekleri en sevgili müşteriler sınıfındalar. Hesabınıza tanımlanan belli bir tutar para kullanmaya her an hazır, hesabınızda bekliyor. Hesabınızda para olmadığında da kendi paranmış gibi al alışveriş yap harca.. Peki sonra? Sonra banka kullanılan tutara öyle bir faiz işletiyor ki bu KMH’ların ortalama aylık faiz oranı %5’e yakın. Faizin en acımasız olduğu ürün kredi kartlarında dahi en üst aylık gecikme faiz oranı yüzde 2,84 iken, yıllık enflasyon yüzde 10 seviyesinde iken, bankalar Merkez Bankası’ndan yıllık yüzde 11,5 faiz ile borç para alırken bankaların KMH ürünündeki yıllık basit faizi kabaca yüzde 60! Bu müşteriler tabi ki baş tacı edilen en hatırlı müşteriler bankalar nezdinde.

Bankaların en sevdiği müşteri tiplerinde ikinci sıra yazının başında değindiğimiz kredi kartı borcunun hepsini ödemeyen-ödeyemeyen müşterilere ait. Bu grupta iki milyonun üzerinde kişi bulunuyor ülkemizde. Bunlardan bir kısmı maddi yetersizlikten dolayı kredi kartının borcunun hepsini ödeyemez iken bir kısmı da kolayına geldiği için kartın minimum tutarını ödüyor, kalan kısmını bankadan faizli kredi kullanmış gibi oluyor. Ama bu faiz öyle bir faiz ki yıllık yüzde otuza yakın bir oran. Bankalar bu sınıftaki sevdiği müşterilerin sayısını arttırabilmek için bol taksitli ödeme imkanı ile iş yerleri ile anlaşmalar yaparak tüketimi alışverişi körüklüyorlar.

Bankaların sevgilileri listesinde üçüncü sırada hesap işletim ücreti ödeyen kişiler var. Bu ücret her hangi bir masrafa istinaden alınmayan, keyfi bir ücret olduğu için bankadan bankaya tutarı değişebiliyor. Hiç almayan banka olduğu gibi yıllık 100 lira hesap işletim ücreti altında müşterinin hesabındaki parayı alan banka da var. Eskiden yıllık alınan ücretler 6 ayda bir alındı bir ara, sonra 3 ayda bir alınırken şimdi müşterilerin hesaplarından aylık olarak hesap işletim ücreti alınmaya başlandı. Daha küçük meblağlar halinde, azar azar tırtıklandığı için daha az tepki çekiyor. Milyonlarca hesap sahibi kişi bankalara bu paraları ödeyerek bankaların karlılıklarına ciddi anlamda katkı sağlıyor. Bankalar bu müşterilere bayılıyorlar tabi ki..

Bankaların en sevdiği müşteri tiplerinde dördüncü sırayı kredi kullanan, kredi kullanırken sadece bankanın ilan ettiği orana bakan ve ona göre banka tercihi yapan müşterilere veriyoruz. Bankaların ilan ettikleri aylık kredi oranları kocaman bir kandırmaca. Her gün önünden geçtiğim bankanın şubesinin camında aylık 0,38 oran ile kredi verdiğini ilan ediyor bir banka. Bu banka aylık kabaca yüzde 1 faiz ödeyerek aldığı mevduatı nasıl aylık yüzde 0,38 ile kredi olarak satabilir? 100 liraya aldığı bir malı 38 liraya satmaktan farksız. Durum tabi ki öyle değil. Düşük oran ile müşterilerin aklını çelip hayat sigortası, istihbarat ücreti vs gibi bir çok maliyet giydiriliyor kredi kullanırken. Kredinin toplam maliyetine bakmadan sadece reklamdaki oranın düşüklüğüne tav olan müşteriler de bankaların en sevgili müşterileri sınıfındalar.

Sadece bu dört sınıfla sınırlı değil tabi ki en sevilen müşteriler listesi. Ama bu sınıflar bankalara en çok para kazandıran kişiler. Banka ile çalışmak durumunda iseniz bankanızı iyi seçin, cebinize sahip çıkın, bankaların sevgilisi olmayın…

17 Şubat 2012 Cuma

Faize yenildik



Ülkemizdeki faiz oranları sadece bankalara para yatırıp faiz geliri elde edenleri yahut bankalardan kredi çekerek borçlanan kişileri ilgilendirmekle sınırlı kalmaz. Faiz oranlarının seviyesi hepimizi ilgilendiren bir durum. En basitinden devletin giderlerini karşılayabilmesi için borçlanması gerekiyor. Bu borçlanmanın bir kısmını ülke içinde kağıt çıkararak yapıyor ve bu kağıtların faizi ülkedeki genel faiz oranları seviyesinde oluyor.

Yani ülkemizdeki faiz oranları ne kadar yüksekse devletin borçlanırken ödemek zorunda kaldığı faiz de o kadar fazla oluyor. Devletin borcu demek vatandaşın borcu demek tabi ki. Devlet bu borçları ödemek için dolaylı dolaysız vergilerle harçlarla hepimizden para topluyor, borç arttıkça ödeme artıyor ve bu sarmal en kötü şekilde vatandaşı, bizi vuruyor.

Kamu net borç yapısında yani devletin borçlarından varlıklarını düştüğümüzde kalan safi borç bakiyesinde gözle görülür bir iyileşme var eskisine nazaran. Kamu net borç stoku 200 milyar TL ile 300 milyar TL arasında dolaşıyor son on yıldır. Devlet artık daha düşük faizle ve daha uzun vadeli borç alıyor. Özellikle yabancı para cinsinden borçların oranında ciddi düşüş olması sevindirici. Yerli para cinsinden borcun ödenememe riski sıfır denebilir, en kötü senaryoda para basıp o borç ödenir ama bugün Yunanistan'ın içinde bulunduğu durum gibi borçlarınız kendi para cinsinizden değilse, borçlandığınız parayı kendiniz icabında basamıyorsanız ülkenin felaketlere sürüklenmesi mümkün.

Uzun yıllar yüksek faizlerle boğuştuk. Bu ülkenin anlı şanlı üretim firmalarının dahi gelirlerinin önemli bir kısmı faiz geliri idi bir zamanlar. Kimse fabrika açıp üretim yapmaya istihdam sağlamaya tenezzül etmiyordu, faiz geliri bunların hepsinden daha fazla getiri sağlıyordu çünkü. Faizi yener gibi olduk, yıllık yüzde 5'ler konuşurken ibre tekrar yukarı döndü. Hazine'nin en son 14 Şubat 2012 borçlanma ihalesinde faizler yüzde ona dayandı. Bu oranlar dünya ile kıyaslanınca epey yüksek kalıyor. Bugün dünyada Afrika ülkelerini bir kenara koyarsak, iflas etmiş Yunanistan'dan sonra borçlanırken en yüksek faiz ödeyen Portekiz Macaristan gibi üç beş ülkenin arasında hala biz de varız maalesef.

Bankalardaki faiz kısmına geldiğimizde ise bankaların faizlerini arttırmakta birbirleriyle yarıştıklarını görüyoruz. Bankalar mevduat yarışına girdiler, bu yıl mevduata verilen faiz oranlarında %15'leri görebiliriz. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun geçtiğimiz hafta açıkladığı 2011 yıl sonu bankacılık bültenine göre yurt içi yerleşik kişilerin mevduatının neredeyse yarısı 1 milyon TL ve üzeri parası olan kişilere ait ve bunların sayısı sadece 44 bin. Mevduatın geri kalan yarısı ise 51 milyon hesaba ait. Yüksek faizden esas nemalanan bu 44 bin kişi ve yurt dışından para getirecekler olacak bu yıl da. Şartlarda değişen hiç bir şey olmadı.

80 milyar dolara dayanmış cari açığı finanse etmek için yurt dışından gelecek paralara ihtiyacımız artarak devam ediyor. Yabancılar dövizlerini getirecekler, Türk Lirasına çevirip yüksek faizli devlet tahvili hazine bonosu alacaklar, vadesinde faizi ve anaparasını alıp paralarını dövize çevirip gidecekler. Yurt dışından para Türkiye'ye yüksek faiz varsa geliyor, sadece yatırım için para pek gelmiyor maalesef. Geçtiğimiz yıl yurt dışından 21 milyar dolara yakın böyle nakit para geldi, sadece yüksek faizlerden para kazanabilmek için. Bu yıl geçtiğimiz yıldan daha da yüksek faizlerden alabilmek için yurt dışından Türkiye'ye para girişinde bir sorun olmayacaktır.

Para girişinde sorun olmayacak ama ülke olarak biz bu gariban halimizle daha ne kadar ve kimlere gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ortalamasının üzerinde faizler ödeyeceğiz…