22 Aralık 2010 Çarşamba

Tarım ve hayvancılık SOS veriyor

2009 sonu itibarıyla dünyada en çok nüfusa sahip ilk 20 ülkeden biriyiz. 72,5 milyonluk nüfusumuz bu artış hızıyla giderse muhtemelen yakın bir zamanda Mısır ve Almanya'yı geçerek dünyanın en kalabalık ilk 15 ülkesinden biri olacağız. Sanayileşmeyi geç fark edip geç aksiyon alan bir ülkeyiz. Bu eksikliğimizi yıllardan beri insan gücüne dayanan tarım ve hayvancılıktaki artılarımızla kapatmaya çalışıp kendi kendimizi avuttuk. Hızlı artan önemli bir nüfusun etkin tarım ve hayvancılık politikalarıyla gerektiği şekilde beslenmesi en öncelikli konularımızdan biri muhakkak. Ancak maalesef özellikle son 2-3 yıldır artık saklanamaz şekilde gün yüzüne çıkan çarpıklıklar endişe verici bir hal almaya başladı.

Etkin bir tarım politikamızın olmadığı sürekli belli periyotlarda nükseden bazı gıda maddeleri krizi ile uyarı vermeye devam ediyor. Her tarımsal ürün krizinde hemen yurtdışından ithalata yüklenerek savuşturduğumuz bu krizler elbette iyi günlerin habercisi değil.

Geçtiğimiz dönemlerde gördüğümüz ayçiçek yağındaki rekor fiyatlar, ithalatla düşürülebilen pirinç fiyatlarındaki anormal artışlar ve daha bu yıl mevsiminde 3-4 lirayı gören mutfağımızın temel gıda maddelerinden soğan-domates fiyatları aslında politika yapıcılara ve bizlere önemli mesajlar veriyor. Temel tarım ürünlerinde dahi etkin bir planlama ve projeksiyon yapılmadığını söylemek yanlış olmaz.

1990'da 56 milyonluk nüfuslu ülkemiz 30 milyon ton tahıl üretirken 72 milyonluk nüfusumuzla 2008'de ise 29 milyon ton tahıl üretebildik. 20 yıl önceki baklagil (fasulye, nohut, mercimek..) üretimimiz 2 milyon ton iken bugün baklagil üretimimiz artan nüfusumuza rağmen 2 milyon tondan 1 milyon tona düşmüş durumda. Nüfusu neredeyse %30 arttığı halde 20 yıl önce ürettiği kadar tahıl üretemeyen, 20 yıl öncesinin yarısı kadar nohut mercimek fasulye gibi temel tarım ürünleri üretebilen bir Türkiye hepimizi gelecek için endişelendirmeli.

Tarımdaki bu hoş olmayan tablonun yanı sıra hayvancılık konusunda da yıllardır alarm vermesine rağmen hiçbir tedbir alınmadı. Geçtiğimiz kurban bayramında yurt dışından gemilerle canlı hayvan getirilip yurdun dört bir yanına dağıtılmamış olsaydı kurban bayramında kesilecek hayvan bulmakta zorlanacaktık. Bu duruma düşmemiz sürpriz mi peki?

2000 yılında büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayımız yaklaşık 47 milyon iken ve nüfusumuz peyderpey artarken hayvan sayısı da peyderpey sürekli düştü: hayvan sayısı son 10 yılda her yıl azala azala toplamda tam 10 milyon azaldı ve 37 milyona düştü. Son 20 yılda nüfusumuz yaklaşık %30 artarken hayvan sayımız ise %40 azaldı. Bu tabloya bakınca bugünkü duruma düşmemizden daha doğal ne olabilirdi ki? Dünyanın en pahalı benzini rekorundan sonra dünyanın en pahalı eti rekorunu da ele geçirmiş olduk.

Tarım ürünlerinde ve hayvancılıkta kriz üstüne kriz yaşamamızın bu tabloya göre hiç de sürpriz olmadığı çok açık.

Eğri oturalım, doğru konuşalım: bu duruma düşmememiz için çalışmalar yapması gereken Tarım Bakanlığı bu süreçte maalesef sınıfta kaldı. Bin hizmet binasına karşın 6 bin sosyal tesisi ve 6 bin taşıtı olan, memuru, mühendisi, işçisi vs ile 40 bin kişinin maaş aldığı ve 2011 bütçesinden tam 8,5 milyar TL pay alan bir yapıdan tarım ve hayvancılıkta daha etkin çalışmalar yapmasını beklemek hepimizin en tabii hakkı.

Hayvancılıkta ve temel tarım ürünleri üretiminde dahi dışa bağımlı olmak, gelmek isteyeceğimiz son nokta olmalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder